Yağmur parkın yemyeşil çimenlerine hafifçe vururken, hafif bir esinti yaprakları hışırdatıyordu. Yere boyanmış 64 karelik geniş bir satranç tahtasında, Adını sanını bilmediğimiz minnacık bir salyangoz kareler arasında yavaş ve dikkatli bir yolculuk yapıyordu. Her hareketi, sabrının ve direncinin bir kanıtı, kendi türünü çoğu zaman görmezden gelen bir dünyada bir hayatta kalma dansıydı. Ama o gün farklıydı. Tahtanın ortasına ulaştığında, yaklaşan aceleci adımların titreşimlerini hissederek durdu. Düşüncelerine ve şehrin telaşına kapılmış beceriksiz bir adam, altındaki narin yaşamın farkında olmadan parkta ilerliyordu.İsimsiz salyangoz ağır bir kalple kararan gökyüzüne baktı ve son sözlerini fısıldadı; sesi yağmurun sesinden zar zor duyuluyordu. "Ah, acelemiz içinde savunmasızları, kırılganları ne kadar çabuk unutuyoruz. Bu telaşlı dünyada, alanımızı paylaşan sessiz ruhları sık sık göz ardı ediyoruz. Endamımla küçük olabilirim ama yolculuğum önemliydi. Umarım bir an durup yavaşlığın ve durgunluğun güzelliğini görürsün."
Hız dikkatsizlik kural ihlalleri ve insan hataları ,ihmaller ne kadar da çok tanık oluyoruz hepsine , Parayı verenin düdüğü çaldığı dünya aleminde, kent yaşamının bazen insanlar ve doğal dünya arasında bir kopukluğa yol açabileceği gözlemi dokunaklı bir tespittir ve bunu söylersek çok da yeni bir kelam etmiş olmayız. Ama lafın en turfandasını en yenisini hiç söylenmemişini bulcağız diye de susup gözümüzü budaktan esirgeyecek değiliz. Zira bu Ortaçağı tarihin derinliğine gömüp yeni çağın kapısını açan doğup büyüdüğümüz şehirde , koşuşturma yüzünden , çevresindeki insan ve canlılık alemi dahil her nevi hassas yaşam dengesini insana unutturan her ne ise onu bulup kurcalamadan kulağımızın üzerine yatmayı da bize yakıştırmaz o hiç susmayan iç sesimiz. Eskiden serseriler oldu mu mahallede şehirde onlara “it, kopuk “derlerdi sadece. Şimdi başka bir tanesi eklendi çağımızda, ona “kentsel kopuk” diyelim nacizane. Kendişnden kopuk olanın kentten de kopuk olması süpriz değil aslında. Ama bunun için de susamayız değil mi. . Zira bu tabiat ahengini yok sayan leke bazen o denli gölgede bırakıyor ki hakikatı, pusuya yatmış karadelik yutuyor tabiattaki tüm canlılık alemini ve şehir insanını.En zayıfları en çelimsizleri en kırılganları alıyor en önce. Sonra sırasıyla hepsini . Günlük yaşamın koşuşturmacası içinde, şehir sakinleri çevrelerine karşı duyarsızlaştığı anlar gerçekten kan dondurucu. Sevincinde ya da kederinde havaya ateş açıp önce kuşları korkutup sonra yorgun mermi ile başka canlıları hayattan koparan zihinler ve yürekler hiç olmasın istiyor insan. Rekabete , proje teslim tarihlerine ve sadece kişisel hedeflere odaklanmak, eylemlerimizin çevre ve diğer canlılar üzerindeki etkisine dair farkındalık eksikliğine yol açabildiği gibi bu derece koşturmacalı hızlı yaşam tarzı, en küçük böceklerden devasa hayvanlara kadar canlıların ihtiyaçlarının ihmal edilmesine neden olma potansiyeli taşıdığına da şüphe yok.
O halde dem bu demdir , başlamalı bir yerden.
Kolektif belleğimizde her bir yağmur damlası bir hikâye anlatır bir salyangozun ağzından, sanki bizlerin aksine hiç acelesi olmayan, varoluşunu telaşe müdürü gibi koşturarak, hız temposunda yaşamayan canlılar da var bu dünyada dercesine. Sezgisel, sade ve bilinçli hareketleriyle az sonra sahneye çıkacak olan salyangozun hikayesi, , kendini tabiatın tek başat aktörü sanan biz insana hayatın bir yarış değil, tadına varılması gereken bir yolculuk olduğunu hatırlatsın o zaman.
Kültür etkinlikleri ve sanat aktiviteleri sezonu açılmıştı şehirde. Mürekkep ve yazı ile çeşitli ortamlarda salyangoz heykelleri ve resimleri içeren bir sanat enstalasyonu konsepti tasarlayarak sözcükleri yontan bir heykeltraş kırılganlık, dayanıklılık veya doğanın güzelliği gibi hayatın farklı bir yönünü temsil eden yanlarına odaklanmış, elinde kalemle işlesin bakalım yontulmuş kelimeleri cümleleri .izleyelim bakalım neler yazacak..
Tablo gibi bir şehir. Boğaz kıyıları boyunca uzanan Marmara, sonbaharın zengin renklerini yansıtarak şehrin ikonik silüeti için yarı hırçın ,yarı dingin bir fon oluşturuyor. Vapurlar boğazda süzülürken, yolcuları manzaraya serpiştirilmiş tarihi sarayların ve camilerin muhteşem panoramasına eklenmiş. Dolunay zamanları İki kıta arası dünyalar güzeli şehrimizin kurtuluşunun ertesi günü idi zaman. Takvimler 7 ekimi gösteriyordu. İstanbul'un kalbinde, tarihi sokakların maziyi kültür hikayeleri ördüğü bir sonbahar öğleden sonrasında, bazı bölgelerde şiddetliye dönse de an itibariyle hafif bir yağmur yağmaya başladı. Damlacıklar kaldırım taşlarında tango adımları ile dans ederek, sokak aralarında ve meydanlarda yankılanan bir senfoni yarattı. Bu hafif sağanak yağmurun ortasında, Narin kabuğu toprak kahverengileri ve yeşillerle bezenmiş SNAIL-CHI adında küçük bir salyangoz, etrafındaki dünyayı keşfetmek için can atarak sıcacık yuvası olan kabuğundan çıktı. Bu dünya tatlısı hermafrodit canlıyı acaba o gün neler bekliyordu .
Aynı anda başka bir noktada başka bir minik bir salyangoz, nemli bir yaprağın altındaki gizli köşesinden, yolculuğuna çıkmaya hazır bir şekilde çıktı. Sırtında yağmurun yumuşak damlalarını hissetti. Her damla, etrafındaki dünyayı besleyen bir nimet ve adeta bir lütuftu. Hele de İstanbul'da baraj suları hayli eksilmiş ve yüzde 25 lere gerilemişken şehir suyu kana kana içsin dedi kendi kendine.. Kim ister ki susuzluğun çaresizliğinde bidonlarla ,kovalarla çeşme başında kuyruklar oluşturmayı .Dışarı çıktığında, su birikintilerinde görkemli bir balerin gibi muhteşem pivotlarla dönen yaprakların canlı renklerine hayran kaldı. Hava, ıslak toprağın kokusu ve uzaktan gelen sokak satıcılarından gelen kızarmış kestane aromasıyla doluydu ve duyularını cezbediyordu. Bazı şehir sakinleri, sokaklarda gezerken kat kat giyinmiş mevsim değişikliğine uymaya çalışırken kimisi de yazlık kıyafetkerden vazgeçmemekte kararlı gözüküyorlardı
Kulaksız Salyangozlar ,Orhan Veli gibi İstanbul’u diniyordu ama başlarının üst kısmındaki dokunaçların ucundaki gözleri tehlike ve tehditlere karşı açık olmalıydı. Gözünü sevdiğimin salyangozları salya sümük ağlamasın yağmurda diye kendine has bir dua etti. . Dokunaç derken hani anten deriz ya işte onlar. Salyangozların başlarında ikisi uzun ikisi kısa olmak üzere iki çift dokunaç mevcut Uzun olan çift görmesine yarıyor, kısa çift ise koku alma duyusu.Hmm işehirde görecek ve koklayacak öyle çok şey var ki .
Bizim baş kahramanımız SNAIL-CHI, ise şehrin canlı yaşamına her zaman hayranlık beslemekten kendini alıkoyamadı. İstanbul'un hareketli sokaklarına yağmur yağmaya başladığında, şehir gri tonlar ve renk patlamalarıyla boyanmış canlı bir tuvale dönüşüyor. Arnavut kaldırımlı sokaklar, onları çevreleyen tarihi binaların sıcak tonlarını yansıtarak parıldıyordu. Görkemli kubbesi ve göz alıcı mozaikleriyle o muazzam Ayasofya, şehrin zengin kültürel mirasının bir abidesi. Hemen yakınındaki tarihi yarımadanın başka bir güzidesi Sultan Ahmet Camii, zarif vitray pencerelerden süzülen güneşin bulut arkasından parıltısı, mermer zeminlere bir renk cümbüşü yansıtıyor. O pencereye bir kelebek konuyor.Galata Kulesi’nden sokak satıcılarından kalan ekmek artıklarından kopup deniz kıyısına balıkçılardan kalan balık artıkları istavrit ve sardalya ile yemlenmeye gelen, keskin görme yetenekleri su götürmez bir gerçek olan şehrin ikonik martılarının çığlıkları nerede ise gemi düdüklerini bastırıyor. Ringa martıları bir zamanlar ornitolojiye duyduğum meraka binaen o martılara Larus Ridibundus demekten beni alıkoyamıyor .
Martılar, balık populasyonlarını kontrol altına almak ve atıkları temizlemeye yardımcı olarak organik maddelerin ekosisteme geri dönüştürülmesi suretiyle tabiatı ve kentsel çevrenin sağlığının muhafızları. Ah o İstanbul’un şehri kanatları altına alan biricikleri o martı kuşları. Yağmurda bir şairi anımsatıyor nedense bugün bana o “martı kuşları”. İsmini hemen bildiniz . Şairin garipliğinden midir bohemliğinden midir bilmem .Bir de başka bir bohemin çiçeklerle bezenmiş kabristanı gelip geçti zihnimden. Şehrin Avrupa yakasında bir Kiliseden de bir cenaze kalkıyor, bilge,dobra, meteliksiz,yapmacıksız deha ve yorgun bir meczup son yolculuğunda ebedi istirahatgahına defnedilmeden eşi dostu ve sevenleri tarafından ekseriya sevecenlikle ve bıraktığı nevi şahsına mahsus hatıraları ve attığı gürültülü sıradışı kahkahalarının yankısı ile anılıyor .O coşkulu hüzünlü vedaya yüreklerimizde ve tebessümlerimizde bizler de uzaktan dahiliz bir nebze.
Hazan vaktinin hüznünde yağış vakti yaklaşıyor. Hareketli ve ana baba günü çarşı ve pazar yerleri ,çocukların şen şakrak kahkahaları,Çiçek pasajından öksüz akordeon sesleri ve taze pişmiş kebap ve fırından yeni çıkmış simit kokusu. Yağan yağmur, sokakları sonbahar yapraklarının altın tonlarını yansıtan ışıltılı bir tuvale dönüştürmüş vaziyette. Salyangozumuz SNAIL-CHI dışarı çıktığında, ıslak kaldırımda yavaşça süzülerek bir macera duygusuyla dolu. Küçük bir çocuk yere çömelmiş ellerini değdirmeden kalsiyum karbonattan oluşan ve salyangozla birlikte büyüyen kabuğu inceledikten sonra fotoğrafını çekmeye çalışarak arkadaşına şöyle diyor. “ Bak bunlar yumuşak ve kaslı vücudu sayesinde yüzeylerde yavaşça hareket edebiliyorlar Alt taraftaki büyük bir kas olan ayak da , hareket edebilsin diye gerekli “ annesi çağırıyor çocuk doğruluyor ve annesi ile gidiyor . O ana kadar herşey güzel.
Bir müddet sonra, yağmur, beraberinde gizli bir tehlike de getirdi. Olduğu yere yapışmış uykudan yeni uyanan salyangozlar etraflarına bakınıyorlardı. Normalde hayat dolu olan sokaklar artık kaygan bir labirente dönüşmüştü ve SNAIL-CHI dikkatli olması gerektiğini biliyordu. Bir kafenin önünden geçerken, onun narin varlığından habersiz insanların telaşlı ayak seslerini fark etti. Yağmurda rengarenk bir renk cümbüşü kıvamında ve mantarlar gibi sallanan şemsiyeleriyle insanların telaşla geçişini izliyordu."İnsanlar, ayakları gök gürültüsü gibi, aceleyle koşarlar ve bizi göremeyebilirler." diye düşününce küçük kalbi pat pat pat diye taşikardi makamında hızla çarptı ve neredeyse duruyordu , arazi tipi büyük bir bot yakınlarda yere çarparak şakkadanak indi."Lütfen dikkatli ol!" diye fısıldadı SNAIL-CHI kendi kendine, sesi yağmurun şırıltısı arasında zar zor duyuluyordu ne dediği. "Ben sadece bu şehrin güzelliğini arayan mütevazı bir gezginim." SNAIL-CHI yolculuğuna devam ederken, kendisiyle aynı zor durumu paylaşan başka canlılarla karşılaştı. Küçük bedenleri kırıntılarla dolu bir karınca sürüsü hızla yanından geçerken, bir uğur böceği bir yaprağın üzerinde tünemiş, dünyayı kocaman gözlerle izliyordu. Onlar da yağmurla ıslanmış sokakların telaşında telef olmanın korkusunu hissediyor ve birlikte, temkinli gezginlerden oluşan küçük bir topluluk oluşturuyorlardı. Sinerji olmazsa olmazdı. SNAIL-CHI'nın yolculuğu, İstanbul'daki yaşamın hassas dengesinin bir metaforu haline geldi. Yağmur, besleyici olsa da, küçük, zayıf, kırılgan,hassas ve savunmasız olanlar için bir tehdit oluşturuyordu. Tüm cazibesine rağmen hareketli şehrin, bazen aynı alanı paylaşan nazik varlıkları görmezden gelebildiğini fark etti. Yola devam edişi esnasında temkinli hali ile hem kendisine hem de başkalarına yardım ederken insanlara da kendilerini tabiat alemini ve unuttukları duyarlılıkları hatırlatmak istedi . şehirde satranç oyuncusu gibi sürekli strateji geliştirmek gerekiyordu varlığı devam ettirebilmek için. Çocukların kahkahaları havaya karışıyordu ama SNAIL-CHI, tek bir dikkatsiz adımın felakete yol açabileceğini bildiği için tetikteydi. Canlı bir çiçek bahçesine yaklaşırken, SNAIL-CHI, su birikintilerinde sıçrayan bir grup çocuk gördü; sevinçleri o fıkır fıkır halleri harikaydı. Kahkahalarına kapılıp durdu, ama sonra başının üzerinde bir gölge belirdi. SNAIL-CHI'nın varlığından habersiz bir adam, çocukları da neredeyse hafifçe ittirip öne çıktı, ayağı tam da onun süzüldüğü yere inmek üzereydi. O anda SNAIL-CHI tüm gücünü toplayıp var gücüyle seslendi: "Lütfen, nazik beyefendi! Aşağı bakın ve dikkatli olun! Ben sadece mütevazı bir salyangozum ve bu yağmurlu gün benim maceram! Ben de varım bu tabiat aleminde ve günü ahı gitmiş vahı kalmış halde tamamlamak istemem". İÇ SESİNDE ilk dürtüsel tepkisindeki ağzına geleni söyleseydi herald e şöyle başlayacaktı lafa
Destuuuur... Neyseki ıskaladın ... Hooop ağır ol... Bas geri bas geri . senin canın can da bizimki patlıcan mı sonra yutkundu . imbikten geçirdi lafını ve lafının kastını .
Sonrada iç sesi ona şunu söyledi,
"Hey!" diye seslendi SNAIL CHI , sesinde mizah ve bilgelik karışımı bir tonla. "Adımlarına dikkat etsen iyi olur! Bu salyangozların, özellikle yağmurlu bir günde, güvenli bir geçiş hakkı var!"
salyangozun konuştuğunu duyunca Sakar ve dikkatsiz adamın şaşkınlıkla durduğunu, ayağının havada asılı kaldığını fark etti. SNAIL-CHI'yı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı.Onun iç sesi de şöyle söylüyordu.
. "Ne demek istiyorsun? Acelem var!"diyecekti ki yüzüne bir gülümseme yayıldı. Yavaşça kenara çekilerek yoluna devam etmesine izin verdi. "Teşekkür ederim küçüğüm," diye fısıldadı, sanki cesaretini takdir edercesine. Demek ki bu baş döndürücü hızda yaşayan bu şehirde bir hatırlatma sayesinde kendiliğinden akletmeseler de hatırlatılınca hizaya girenler ,aklı bir nebze de olsa başına gelenler vardı.işte o an SNAIL-CHI bir umut dalgası hissetti. Hayatın çılgınca aktığı bu hareketli şehirde, nezaket ve farkındalığa hâlâ yer olduğunu fark etti. Yetmez ama kesinlikle evet dedi kendi kendine. Yenilenmiş bir kararlılıkla, çiçeklerin dimdik durduğu, yaprakları yağmurda mücevherler gibi parıldayan bahçeye doğru yürümeden önce adama döndü ve “acelen yüzünden bu şehrin güzelliğini kaçırabilirsin; yağmur damlalarının çatılarda dans edişini veya pazarın canlı renklerinin yağmurda nasıl canlandığın ve daha pek çok ayrıntıyı ıskalamaış olursun. Yavaşladığında , yolculuğun kendisinin varış noktası kadar önemli olduğunu görebilirsin."diyerek o da adamın iyi niyetli nazik tutumuna mütekabil bir içgörü yansıtarak uzaklaşmak istedi. İçinden iyi ki o ilk aklıma gelen, igneleyici, hiciv dolu sarkastik cümleleri adama sarfedip adamı kalaylamamışım dedi içinden. İyi niyetli bir adım atınca karşılığında gelen iyi niyetin karşılıksız kalmaması yine de sevindirci idi. ikisi de artık hareketli şehrin ortasında karşılıklı bir anlayış ve birbirini anlama anı paylaşıyordu o sırada .
Gün ilerledikçe SNAIL-CHI, yağmurun çiçekleri canlı renklere boyadığı küçük bir bahçeye ulaştı. Çevresindeki güzelliğe hayran kalmak için durdu ve içini bir huzur duygusu kapladı. O anda, İstanbul halkına verdiği mesajı düşündü: "Hayatın canlılığını kucaklama telaşında, dünyamızda yaşayan kırılgan canlıları unutmayalım. Nereye bastığınıza dikkat edin, çünkü ne kadar küçük olursa olsun her yaşamın kendine özgü bir yolculuğu vardır." SNAIL-CHI, yenilenmiş bir amaçla keşfine devam etti ve ardında parıldayan bir umut izi bıraktı. Yağmur hafiflemeye başladı ve güneş bulutların arasından sıcacık bir parıltıyla şehre yayıldı. Sonbahar İstanbul'a çökerken, şehir canlı renklerin pitoresk dokusuna ve mevsimin özünü yakalayan eşsiz bir atmosfere dönüşüyordu. Tarihi tramvaylar taze demlenmiş çaylar , yeni çekilmiş Türk kahvesi aroması ve saf katışıksız yapmacıksız bilge meczuba uzaktan bir veda ile akıverdi gün. Salyangoz kabuklarına ve tabiatın kırılganlıklarına basmayın haaaa !
H.Çiğdem Yorgancıoğlu
http://www.cigdemyorgancioglu.org
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler casino siteleri
gaziantep escort,alanya escort,gaziantep escort
tesettürlü escort ,fatih escort ,türbanlı escort ,travesti escort ,taksim escort ,beylikdüzü escort ,çapa escort
beylikdüzü escort ,istanbul escort ,beylikdüzü escort ,ataköy escort ,esenyurt escort ,avcılar escort ,bakırköy escort ,esenyurt escort ,esenyurt escort ,avcılar escort ,beylikdüzü escort
