Bugun...


Çiğdem Yorgancıoğlu

facebook-paylas
İkilikli ve İkircikli Tabiat Diyalektiğinde Mobius Spiral Mucizeler, Akış ve Doğa Döngüsünün Bilgeliği...
Tarih: 31-10-2025 15:13:00 Güncelleme: 31-10-2025 15:13:00


TABİ AFETLERLE CAN BULAN BİR DOĞA MANZARASIDIR BAZEN HAYAT

Bir kız çocuğu için babasını kaybetmek, belki de en derin tabi afettir, diye hiç düşündünüz mü? Ya da doğanın kendini yenileme gücünde, doğal afetlerin rolünü? Can yongam biricik  babamı kaybettiğim gün, mermer musalla taşının hemen yanında, karnı burnunda bir anne kedi doğum yaptı. O an gözyaşlarımda, o anne kedi sanki babasını ebediyete uğurlayan bir kızın kederli hüzün sahnesinden bir rol bir de replik çalıyordu. Hayatın son bulduğu yerde, yeni bir hayatın hatta hayatların başlaması mucize gibiydi. Bir damla gözyaşı da onların hikayesine aktı. O an belki de göklerden bir fısıltı geldi “Varoluşun büyük amfitiyatrosunda, doğa kadim bir koreograftır; hareketleri bir spiraldir; asla düz bir çizgi, asla salt bir tekrar değildir. Yıkım ve diriliş arasında raks eder durur. Bir zamanlar yeşil ve hayat dolu olan yaprakların sonbaharda sarardığına şaşırmıyoruz da doğal afet sonrası kuru bir pınarın yeniden akmaya başlamasına mı şaşıracağız yoksa ?  Mevsimler gelir geçer herşey değişir dönüşür.Bir eskir sonra da  yenilenir. Bir zamanlar yeşil ve hayat dolu olan yapraklar, toprağa teslim olur ve kahverengi ve altın tonlarından oluşan zengin bir doku oluşturur; ölümün varoluş döngüsünde sadece bir dönüşüm, gerekli bir geçiş olduğunu hatırlatır. İşte ben Mobius şeridi  diye buna derim .


Ah, doğanın avucundaki  fırtınalı el, insanın tüm emeğini bir nefesle çözüyor? Tabiat ananın sunduğu toprak  bize hasım mıdır yoksa  lütuf mudur tekrar tekrar sorduruyor sorgulatıyor.  Bu ikilikteki ikircikli hal ying- yang ahengi degil de nedir? Gök gürültüsünün davulu titreyen toprağı salladığında ve ateşin dili kadim ormanı tükettiğinde, doğa iradesini derin çizgilerle mi yazar, yoksa daha büyük bir iyilik kisvesine saklı, maskesini kuşanmış kaos mudur ? işte yeni bilmece.Bu döngü sürekli aklı kurcalar. Tabiatın  dansına tanık olmak, varlığın diyalektik kalbine bakmak, her sonun bir oluş başlangıcı olduğunu algılamaktır belki. Hani geçenlerde Orionid meteor yağmuru esnasında meteorların gökyüzünde hızla ilerleyişi, içimde bir yenilenme hissi uyandırdı; her bir düşüş, geçmişin yüklerinden arınmayı ve yeni bir sayfa açmayı simgeliesin  demiştim ya , işte öyle bir şey . Tozlu ve sisli tarihin dumanı arasından baktığında, karşıtların çatışmasından doğan sentezi algılayınca  düzenin kaos tarafından parçalanması, kaosun yeni armonilere dönüştürülmesi muhteşem bir senfoni . İnsanın sandığının aksine  doğa kendisiyle savaş halinde değildir; paradokslarla konuşur, bunları salt tekrardan daha derin döngüler içinde çözer; zaman içinde yükselen bir sarmal.Kerameti kendinden menkul insan var ama kudreti kendinden  menkul bir tabiat hiç görmedik .Gördük mü ? Gördünüz mü ? İnanmayın yanılsamadır o . 


Doğanın insanları tasarlaması, insanların doğayı tasarlaması ve doğanın kendi tabiatını yeniden tasarlaması, birbirine bağlı ancak farklı süreçlerdir. Bu süreçler, doğa-insan etkileşiminin karmaşıklığını ve derinliğini yansıtır. İnsanların doğayı tasarlama çabaları, doğanın dengesini koruma sorumluluğunu da beraberinde getirir. Bu nedenle, bu ilişkiler üzerinde düşünmek ve doğanın döngüsel yapısını anlamak, sürdürülebilir bir gelecek için hayli mühim mevzu. İnsanın doğaya olan etkisi, doğanın insan üzerindeki etkisinden daha baskın mı? İnsan, doğayı şekillendirirken, doğanın kendini yeniden tasarlama yeteneği ile çelişiyor mu? Bu ikiliğin dansı, varoluşun özünü sorgulayan bir felsefi derinlik taşır.

 

Çamurdan açan lotus çiçeğine, odun yığınından yükselen anka kuşuna bakın. Bunlar sadece süslü lakırdılar  değil, doğanın derin gramerinin sembolleridir. Kasırganın öfkesi, havayı daha yumuşak esintiler için temizleyen nefes değil mi ?  Sel, yeryüzünün sayfasına yeni satırlar yazar; hem silen hem de yazan bir düzenleyici. Her felaket, tuvali dünyanın kendisi olan bir başyapıtın fırça darbesi gibi adeta. Zangır zangır bir deprem yeryüzünü parka pinçik edip kesinliğin mimarisini dağıtan kudretini kainata yayarak gürleyen bir monolog. Küller yağar, hava matemli bir ağıtla ağırlaşır. Yine de, çatlaklardan güneşe doğru yeşil bir filiz uzanır ve yaşam sonsuz uvertürünü prova eder. İzleriz olanı biteni . Bu sonsuz döngü içinde var olmak ne anlama geliyor? Geçici hayatlarımızı doğanın ebedi ritimleriyle nasıl uzlaştırabiliriz? Sadece seyirci miyiz, yoksa bu görkemli performansta aktif bir rol mü oynuyoruz? Orman yangınının cehennemsi hallerinde dahi tabiatı kucaklaması hem ağıt hem de yakarıştır; uyanmak için ısı talep eden tohum, küller aracılığıyla yeniden bereket bulan toprak istediğini almadan gitmez. Doğanın yıkımı çorak bir boşluk değil, gelecek dünyaların gebe kaldığı karanlık bir rahim gibi.


Bazen tarlayı silip süpüren sel, bebek tohum için bir beşik  mi hazırlıyor ya da  kavuran ateş, daha saf bir hava doğurmaya mı hazırlanıyor?  Beşiği de sonra sel mi alıp gidecek o an hiç biri bilinmez. Sorular sorular… Hem yıkım hem de yeniden yaratımn süreçleri .Tabiat ne büyük mucize. İnsan bilişi, doğanın şekillendirdiği çevreye temelde uyum sağladığı için mucizenin bir kısmını görüyor bir kısmını da seziyor. Ve muhakeme ediyor. Doğanın sert, keskin ve ustalıklı bir o kadar da estetik  kararnamesinde hangi ders yatıyor? O da insan gibi, söktüğü dikişlerden pişman mı? Yoksa gazabı uyumun rahmi, şiddeti yeni düşlerin beşiği mi? Ey ölümlü ruh, ey kozmosun çocuğu ! Bu hakikati  düşün: Yıkımdan bazen de gençliğinin güzelliği doğmaz mı? Ey sevgili toprak ana neye gebesin sen! ,kuruyan ne varsa can vermeye mi hazırlanıyorsun yoksa … Ey acımasız toprak!  sinirleri titreyen ve biz ölümlülerin zemin dedikleri kabuğu parçalarken hiddetinle hangi gizli kaynakları uyandırıyorsun, Hangi gömülü nehirler yeniden akmak için coşmakta? Derin uykusunda beti bezeri  solmuş kuyuya mı hazine sunacaksın yoksa . Suya hasret toprağın kavrulmuş ve çatlamış derisini mi nemlendireceksin . Derinlerde yatanı açığa çıkarmak için bir çağrı mı yoksa kıpırtıların? İşte! Çatlak bak nasıl da esniyor, pürüzlü bir ağız, Ve derinliklerinden gümüş hayat kanı akıyor. Bir zamanlar ıssızlık, açlık ve kuraklık olan, Şimdi gizli depolarından nektarı içiyor. Varoluşun görkemli tiyatrosunda, doğa hem oyun yazarı hem de oyuncudur; huzur ve çalkantı sahnelerini aynı ustalıkla yaratır. Doğanın ikiliği -yaratma ve yok etme eğilimi- her felaketle dünyayı yeniden şekillendiren bir diyalektik içinde ortaya çıkar. Bu gerilim hiçbir yerde, yıkımın yerini yavaş bir yenilenme ve tazelenme  koreografisine bıraktığı doğal afetlerin sonrasında olduğundan daha belirgin değildir.Tabiat bir heykeltraştır ve ister filizlenerek ister kırıp , yıkıp dökerek her daim kendini inşa eder, devinir dönüşür.Deprem olur yer sarsılır, anıtlar yıkılır ve bilindik düzen bir anda yerle bir olur. Yine de, enkazın altında yeni kaynaklar fışkırabilir, uzun süredir uykuda olan kadim tohumlar havada  yepyeni manzaralar şekillendirebilir. Doğa, bu kılıkta hem heykeltıraş hem de yıkıcıdır: Yenilenmenin hatlarını ortaya çıkarmak için eskiyi yontar. Orman yangını da paradoksal bir zanaatkârdır; ormanı küle çevirir, toprağı yemyeşil bir dirilişe hazırlar. Her felaket, entropi ve düzen arasındaki süregelen diyalogda bir ünlem işaretidir. Yıkımın içinden geçen bir  yenilenmeden akan pınar mucizesi ilham  verdi  bana yeni bir kaç fikrin kalbine dokunmak gayesiyle çoklarca satır  yazmak için .  


Medeniyetlerimiz yükselir ve düşer; anıtlarımız yıkılır, ancak taşlarından yeniden inşa ederiz, doğa da kendini inşa eder. Biz tabiattan ayrıksı değiliz ki .Öyle olacak elbet. Kuruyan pınar da akmaya başlayacak elbet. Deprem yeryüzünü parçalar, kesinliğin mimarisini dağıtan gürleyen bir monolog. Küller yağar, hava ağıtla ağırlaşır. Yine de, çatlaklardan güneşe doğru yeşil bir filiz uzanır ve yaşam sonsuz uvertürünü prova eder. er felakette, alçakgönüllülük ve yaratıcılıkla eğitilir, tasarımlarımızı daha büyük örüntüyle uyumlu hale getirmeyi öğreniriz. Çağların bilgeliği, doğaya hükmetmeyi değil, onun durmaksızın dansına katılmayı fısıldar. doğanın hikâyesinin bir daire değil, bir sarmal; bir ikilik değil, bir diyalektik olduğunu fark etmekle uyanır insan tabiatın yeniden uyanışlarının bilgeliğine. Yenilenme, yıkımın ikizidir ve umut, felaketin kalbinde pıtrak pıtrak  filizlenir.


Orman yangınının cehennem misali  kucaklaması hem ağıt hem de yakarıştır; uyanmak için ısı talep eden tohum, küller sayesinde yeniden berekete kavuşan toprak. Doğanın yıkımı çorak bir boşluk değil, gelecek dünyaların gebe kaldığı karanlık bir rahimdir.Ah, doğanın fırtınalı eli, insanın yıllarca biriktirdiği emeği tek bir nefeste silip süpürüyor. Tabiat ananın sunduğu toprak bize  hasım bize günümüzü göstermek isteyen düşman mı, yoksa bir lütuf mu, bunu tekrar tekrar sorgulatıyor. Bu ikilik, tam anlamıyla bir ying yang değil de nedir? Gök gürültüsünün davulu toprağı titretip olup biteni yerle yeksan etmeye azmedip , ateşin dili kadim ormanı yutarken, doğa iradesini derin çizgilerle mi yazıyor, yoksa iyiliğin maskesi altında yeni bir kaos mu saklıyor? Bu spiral döngü ve ortaya çıkan olasılıklarla dolu yeni denklemler   bir kez daha zihnimi meşgul ediyor. Bazen tarlayı süpüren sel, bebek tohumlar için bir beşik mi hazırlıyor, kavuran ateş daha saf bir hava için mi yanıyor? Sualler ve sonra onların sordurduğu yeni katmanlı diğer  sorular.  Yıkım ve yeniden yaratımın iç içe geçtiği mucizevi bir süreç bu. İnsan, doğanın şekillendirdiği çevreye uyum sağladığı için mucizenin bir kısmını görebiliyor, bir kısmını ise sadece hissedebiliyor. Doğanın sert, keskin ve bir o kadar da estetik kararlarında hangi dersler gizli? O da insan gibi, söktüğü dikişlerden derin bir pişmanlık mı duyuyor? Yoksa gazabı uyumun rahmi, şiddeti yeni düşlerin tıngır mıngır beşiği mi? Ey ölümlü ruh, ey kozmosun çocuğu! Düşün: Yıkımdan bazen gençliğin güzelliği doğmaz mı? Ey toprak ana, neye gebesin sen? Kuruyan ne varsa can vermeye mi hazırlanıyorsun? Ey acımasız toprak! Sinirleri titreyen ve bizim zemin dediğimiz kabuğu parçalarken, hiddetinle hangi gizli kaynakları uyandırıyorsun? Hangi gömülü nehirler yeniden akmak için sabırsızlanıyor? Derin uykusunda solmuş kuyulara hazine mi sunacaksın, yoksa susuz toprağın çatlamış derisini mi nemlendireceksin? Derinlerde yatanı açığa çıkarmak için bir çağrı mı bu kıpırtılar, kıpraşmalar ? Bak, çatlak nasıl da esniyor, pürüzlü bir ağız gibi ve derinliklerinden gümüş hayat akıyor. Bir zamanlar ıssız, aç ve kurak olan toprak, şimdi gizli depolarından nektar içiyor. Varoluşun görkemli tiyatrosunda doğa hem oyun yazarı hem de oyuncu; huzur ve fırtına sahnelerini aynı ustalıkla yaratıyor. Doğanın ikiliği, yaratma ve yok etme eğilimi, her felaketle dünyayı yeniden şekillendiren bir diyalektik olarak ortaya çıkıyor. Bu gerilim, yıkımın yerini yavaş bir yenilenme ve tazelenme dansına bıraktığı doğal afetlerin ardından daha da belirginleşiyor. Tabiat bir heykeltıraş; ister filizlenerek ister yıkıp dökerek, her daim kendini inşa ediyor, deviniyor, dönüşüyor. Deprem olur, yer sarsılır, anıtlar yıkılır, bilindik düzen bir anda altüst olur. Yine de, enkazın altından yeni kaynaklar fışkırabilir, uzun süredir uykuda olan kadim tohumlar havada yeni manzaralar çizebilir. Doğa, bu haliyle hem heykeltıraş hem de yıkıcıdır: Yenilenmenin hatlarını ortaya çıkarmak için eskiyi yontar. Orman yangını da paradoksal bir zanaatkârdır; ormanı küle çevirir, toprağı yemyeşil bir dirilişe hazırlar. Her felaket, entropi ve düzen arasındaki bitmeyen diyalogda bir ünlem işaretidir. Yıkımın içinden süzülen yenilenme pınarı, bana yeni haftanın ilk makalesini yazmak için ilham verdi.


Hayırdır inşallah ne oldu diyeceksiniz  biliyorum .Şu haber manşetlerini okudum az önce “Balıkesir'in Sındırgı ilçesinde 20 yıl önce kuruyan,  6,1 büyüklüğündeki depremin ardından da  eskisinden daha gür akmaya başlayan su kaynağı bölge halkına umut oldu.” Ve bu haberin verdiği esinle yazıyorum zihnimin akışını mürekkebe dökme vakti gelmiş demek ki . Varoluşun dev  sahnesinde , doğa kadim bir koreograftır; hareketleri bir spiraldir; asla düz bir çizgi, asla salt bir tekrar değildi. Boşuna mı demiş Heraklitos aynı ırmakta iki kez yıkanamazsın diye .


Biz insanlar yeni gerçekliklerin mimarları olduk; makineler, envai mecra ve yaşam alanı hatta yaşamın kendisini tasarlıyoruz. Kendimizi gerçekleştirme ve hayatta kalma sürecimizde  her daim tabiatın diyalektik yoluyla açığa çıktığı bir hakikatin içinden geçmekteyiz. İnsan olarak  hem doğanın ürünü hem de mimarı olduğumuz muhakkak. Hepimiz kozmosun yıldız tozundan biricik çocuklarıyız ve tabiatın  tasarımı bir anlamda DNA'mıza yazılı. Peki bu bizi doğanın rakibi mi, yoksa sadece çırakları mı  ya da çömezi mi yapıyor? Rezonans, enerji ve titreşimin sırları nedir sorusuna aklımız erdiğince sınırlı yanıtla ve muhakemeyle doğayı rötuşlarla şekillendiririz, ama bunu yaparken tabiatın  yasalarını çiğnememize izin verir mi sizce doğa ? Doğayı manipüle ettiğimizde, bunu alçakgönüllülükle ve varoluşun temelinde yatan ve ikiliği de içinde barındıran uyuma saygı duyarak mı yapıyoruz ? Aklın sınırları var, bir noktadan sonra nihai gerçeklik, insanın kavrayışının ötesindedir. İnsanlar olarak tabiatın üzerinde herhangi bir tasarım yaparken, doğanın bilgeliğinin bizimkinden çok daha üstün olduğunu unutmadan, hırsımızı alçakgönüllülükle yumuşatmazsak ve tabiatımızdaki açgözlülükleri budamazsak  tabiatı az da olsa kavrama noktasında hep eksik kalırız.


Bir sele tanık olmak, doğanın mürekkebinin toprağın el yazmasına döküldüğünü, onu sildiğini ama aynı zamanda yeni hikayeler için boş bir sayfa sunduğunu görmektir. Kasırga, doğanın vahşi ve vahşi nefesidir; yorgun yaprakları dağıtır ve yeni büyümeye yer açar. Tabiattaki  felaket yalnızca bir olumsuzlama değil, aynı zamanda olumlamanın habercisi, şafağı müjdeleyen ying ve yang  karanlık bir gecedir. Tabiat hem lokman hekimdir şifadır hem de zehirdir, tabiat mucizenin ve hakikatin ta kendisidir. Felaketin doğanın ebedi oluşumunda yalnızca bir an, yeni gerçekliklerin er meydanına çıkışında gerekli bir aşama olduğunu kavradığımızda bile tabiatımıza biraz daha yaklaşırız.  Her felakette tezin (düzen) ve antitezin (kaos) çarpışmasının tezahürünü ve buradaki diyalektiği gören gözümüz  doğanın, sürekli değişen ve uyum sağlayan dinamik bir güç olduğunu algılıyor. Doğanın kendini yenileme yeteneğini gösterdiği en derin yollardan biri doğal afetlerdir. Deprem, kasırga, sel ve orman yangını gibi olaylar yıkıcı görünebilir, ancak çevreyi yeniden şekillendirmede ve yenilenme döngüsünü desteklemede önemli bir rol oynadığı da yadsınacak gibi değil. Doğal afetler, manzaraları önemli ölçüde değiştirebilir. Misal, volkanik patlamalar yeni yer şekilleri oluşturulurken, seller nehir vadilerine zengin toprak bırakarak toprağı daha verimli hale getirebilir. Orman yangınları, kısa vadede yıkıcı olsalar da, eski bitkileri yok edebilir ve yeni bitkilerin gelişmesine olanak tanıyabilir. Bu olaylar insanlar için felaket gibi görünse de,(ki biz insanlar için neticeleri itibariyle  öyle)  doğanın yenilenme ve denge sürecinin bir parçasıdır.Ayrıca, doğal afetler yeni ekosistemlerin ortaya çıkmasına da yol açabilir. Bir yangın veya selden sonra, etkilenen alan genellikle farklı bitki ve hayvan türleri için bir yaşam alanı haline gelir. Zamanla bu biyoçeşitlilik, ekosistemin dayanıklılığını güçlendirerek gelecekteki zorluklara daha iyi dayanmasını sağlar. Doğal afetlerin anlık etkileri insan toplulukları için trajik olsa da, çevre için uzun vadeli faydalarını da düşünmemek imkansız. Doğa, bu güçlü olayları kendini yeniden yapılandırmak ve canlandırmak için kullanarak Dünya'daki yaşamın evriminin devam etmesini sağlar. Neticede, doğal afetler yalnızca yıkıcı güçler değil, aynı zamanda doğanın kendini yenileyip yenileyebileceği temel mekanizmalar olsa gerek. Bu bakış açısıyla orman yangınları, seller, kasırgalar ve depremler gibi doğal afetler, manzaraları ve ekosistemleri büyük ölçüde değiştirebilmesi gibi tabi felaket olayları ilk bakışta yıkıcı görünse de aynı zamanda yenilenme fırsatları da yaratır diyebiliyoruz. Örneğin yangınlar, yoğun çalılıkları temizleyerek yeni bitkilerin büyümesine imkan tanıdığı gibi yangın sonrası ortamlarda gelişmek üzere evrimleşmiş türlerin, örneğin bazı sekoya türlerinin, tohumların çimlenmesi ve büyümesi için bu tür bozulmalara bağımlı olmaları bu yönde bilimin ve gözlemlerimizin doğruluyor gibi gözüküyor. Seller besin maddelerini yeniden dağıtılabilir ve yeni yaşam alanları yaratılırken, kasırgalar ağaçları kökünden sökebilir ve aynı zamanda daha önce gölgede olan alanlara güneş ışığının girmesini sağlayarak çeşitli bitki türlerinin büyümesine yol açabilir.


İnsan kaynaklı çıkarılan yangınların hiçbiri ne tabiatta ne de günlük hayatımızın akışında herhangi bir sahada zinhar  affedilemez , Kabul edilemez. İnsan, ister ihmal yüzünden isterse de kasıtlı şekilde yangına sebebiyet veremeyecek şekilde davranma konusunda azami ehemmiyeti göstermelidir. Kasti çıkarılmış her yangın da ağır cezayı hak eder. Bu kabulle  bir de tabiatın kendi kendine çıkardığı yangınlar açısından bakarsak ,günümüz araştırmaları, biyoçeşitliliği şekillendirmede doğal bozulmaların önemini vurgulamaktadır. "Ecology Letters" dergisinde  vakti zamanında yayınlanan  çalışmanın birinde , belirli ağaç türlerinin yaşam döngülerini sürdürmek için yangına nasıl bağımlı olduğunu özetleyen haberlere göz  gezdirdiliğinde konu bir kez daha hatırlanıyor.  Yangına adapte olmuş ekosistemler kavramı, Dr. Jennifer Balch gibi bilim insanlarının ormanları yönetmek için meşru , izinli ,  kontrollü yakmaların rolünü savunduğu iklim değişikliği bağlamında daha da vurgulandığı örnekler de bulunmakta bazen. Bu tür uygulamalar, yıkıcı orman yangını riskini azaltmanın yanı sıra, periyodik yakmayla özünde bağlantılı olan ekosistemlerin canlanmasını da destek olduğu söylenmekte . Herbiri uzmanlık işi ve meraklısı için araştırma konusudur bizim için mercek altına aldığımız esas olan ise  tabiatın kendi kendisinin yaptığı işler.  Yani insanın tabiata müdahalesiyle  ilgili her konu hassas bir terazidir ve üzerine söz söylemek bize düşmez .   Bu şekilde yaklaşınca ,doğal afetlere ilişkin bakış açıları, doğal ekolojik faydalarının kabul edilmesini de içerecek şekilde hayli genişlemiş görünüyor.  Korumacılar, afetlerin yıkıcı tarafının yönetildiği ve ekosistemlerin yenileyici yönlerinden yararlanmasına olanak tanıyan bir denge sağlanması gerektiğini savunuyorlar. Resilience … Dayanıklılık, Mukavemet  gibi  kavramlar (ekosistemlerin temel yapılarını kaybetmeden bozulmaları absorbe etme yeteneği), ekolojistler arasında ilgi görmeye başladı. Dayanıklılığı anlamak, türler ve çevreleri arasındaki karmaşık bağlantıları fark etmeyi ve hem biyolojik çeşitliliğin hem de bir ekosistemin tarihsel bağlamının iyileşmede önemli roller oynadığını vurgulamayı içerir.


Son yıllarda, iklim değişikliğinin yıkıcı etkileri, doğal afetlerin sıklığı ve yoğunluğu hakkındaki tartışmaları yoğunlaştırdı. Küresel ısınmanın yanısıra hava koşulları daha düzensiz hale geldikçe, bilim insanları dikkatlerini ekosistemlerin artan stres altında nasıl uyum sağlayıp gelişebileceğine çevirdi. Araştırmalar, daha önce doğal afetlere maruz kalmış ekosistemlerin, iklim değişikliğiyle ilişkili zorluklarla başa çıkmak için genellikle daha iyi konumda olduğunu göstermektedir. Örneğin, Alaska tundrası, sıcaklık değişimlerinin yeni bitki topluluklarının gelişmesine yol açmasıyla direnç belirtileri göstermiştir.Tıpkı insan beyninin plastisitesi gibi değil mi ?


Bir depremin ardından kurumuş bir nehrin  ya da bir pınarın beklenmedik şekilde yeniden canlanması, doğanın gücünün hem hayranlığını hem de merakını yansıtan bir olgusu bu muhakkak .Uzun süredir kurumuş bir nehrin yeniden canlanması ani bir mucize gibi görünebilir, ancak bu durum genellikle sismik olaylar sırasında ön plana çıkan jeolojik ve hidrolojik süreçlerde kök salmış bir mesele . Bir zelzele, yeraltı suyu akışını yaratabilir veya artırabilir ve daha önce kurumuş nehir yataklarının yeniden canlanmasına neden olabilir. Tektonik plakalar hareket ettiğinde, araziyi ve yeraltı suyu sistemlerini değiştirebilir ve yeraltı su katmanlarının sularını yüzey akarsularına ve nehirlere dağıtmasına olanak tanıyabilir. Örneğin, bir kaç sene önce covid pandemic zamanlarıydı 2021'de Hindistan Yarımadası'nın bazı bölgeleri, kurumuş nehir sistemlerini yeniden besleyen yoğun bir sismik aktivite yaşadı. Suyun yokluğuna uyum sağlayan birçok topluluk, nehirlerin yeniden ortaya çıkmasıyla birlikte yeni zorluklar ve değişimlerle karşı karşıya kaldı. hemen sonrasında yaşananlar genellikle hem fırsatlar hem de tehditler sunar. İstikrarlı bir su kaynağına bağımlı olan tarım topluluğu, yenilenen sulamadan faydalanabilir, ancak aynı zamanda olası sel ve toprak erozyonunu da yönetmelidir.
Doğal afetlerin ve ekosistem dinamiklerindeki rollerinin anlaşılması zaman içinde önemli ölçüde gelişmiş. Ekolog Henry Chandler Cowles, 20. yüzyılın başlarında, bitki topluluklarındaki ardışıklığın anlaşılmasına katkıda bulunarak, manzaraların bozulmalardan sonra nasıl toparlanabileceğini göstermekle kalmamış kendisinin bu nevi çalışmaları, biyoçeşitliliğin genellikle olumsuzluklar merceğinden nasıl ele alındığını vurgulayarak modern ekolojik teorinin temelini de oluşturmuş. 20. yüzyılın ikinci yarısında, Robert Paine gibi isimlerin çalışmaları, odak noktasını temel türlere ve ekolojik topluluklardaki rollerine kaydırmış ve belirli türlerin bir bozulmadan sonra dengeyi nasıl yeniden sağlayabileceğini daha da açıklamış. Amerikalı jeolog ve kaşif John Wesley Powell da dahil olmak üzere birçok bilim insanı, nehir dinamiklerini anlamamıza önemli katkılarda bulunmuştur. Powell, su sistemlerinin manzaraları ve kültürel uygulamaları şekillendirmedeki önemini vurgulamıştır. Çalışmaları, nehirlerin yalnızca hayati doğal kaynaklar olarak hizmet etmekle kalmayıp aynı zamanda insanlık tarihini de şekillendirdiği fikrini desteklemektedir. Dr. Upmanu Lall gibi günümüz hidrologları, değişen çevre koşulları ışığında su kaynakları yönetiminde sürdürülebilir uygulamalara odaklanarak bu mirası sürdürmektedir.


Gürbüz çocuk sancılı doğar derer. Bir nehrin yeniden akmaya başlaması, öylesi  ekolojik değişiklikler yaratır ki sormayın gitsin. Nehir yatağı canlandığında, uzun süredir sırra kadem basıp kaybolmuş bitki ve hayvan türleri nasıl da geri  döner. Bu su yollarına bağlı ekosistemler nasıl da  toparlanır ve biyolojik çeşitlilik artar. Bir zamanlar kurumuş kıyılar, balık popülasyonları gibi su canlılarıyla için nasıl da da yeniden dolabilir. Ve böylesi bir tabiat uyanışındaki canlanma nasıl da , yerel yaban hayatını olumlu etkiler ve yeni yaşam alanları oluşturarak bölgeyi çevresel değişimlere karşı daha mukavemetli ve dirençli kılar. Ancak, kurumuş bir nehrin yeniden akması bazı meşakkatli zorluklar da getirir. Kuraklığı artık kanıksamış ve buna  alışmış topluluklar, yeni su yolları mevcut altyapıya uymayabileceği için sel riskiyle karşılaşabilir. Ayrıca,kıymeti paha biçilemez suyun ateş pahası  olduğu bölgelerde, gürül gürül artan akış, su hakları konusunda gerginlik yaratabilir. Bu durum, paydaşlar arasında dikkatli müzakereler gerektiren anlaşmazlıklara yol açabilir. Çevresel açıdan, bir nehrin yeniden canlanması iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik hakkında yepyeni sorular ortaya çıkarır. Kuraklık ve seller gibi öngörülemeyen hava koşulları, nehir sistemlerinin dengesini etkiler. Yerel ve küresel toplulukların bu değişimlere uyum sağlaması ve yenilikçi su yönetimi stratejileri geliştirmesi önemlidir. Geleneksel ekolojik bilgi ile modern bilimsel yaklaşımların birleşimi, bu zorlukların aşılmasına yardımcı olabilir. Örneğin, Avustralya'daki Murray-Darling Havzası'nda şiddetli kuraklık ve nehirlerin kuruması hem tarımı hem de ekosistemleri olumsuz etkiledi. Ancak, su reformları ve çevresel restorasyon çalışmaları, nehir sisteminin bazı bölümlerinde olumlu sonuçlar verdi. Bu örnek, toplulukların doğayla iş birliği yaparak sürdürülebilirlik ve dayanıklılık sağlayabileceğini gösteriyor.


Bir nehrin aniden kıpraşıp  yeniden canlanması  yeni döngü ve dönüşümlerin de menbası belkiide.  Bir nehir yatağının yeniden canlanması, genellikle yıllardır eksik olan bitki ve hayvan türlerini geri getirir. Bu su yollarına bağımlı ekosistemler toparlanmaya başlar ve bu da biyolojik çeşitliliğin artmasına neden olur. Örneğin, bir zamanlar kuru olan kıyılar, akan sulardaki yumurtlama alanlarına bağımlı balık populasyonları da dahil olmak üzere su canlılarıyla yeniden kaynaşabilir. Bu biyolojik canlanma, yerel yaban hayatını olumlu yönde etkiler ve yeni yaşam alanları yaratarak bölgeyi çevresel değişikliklere karşı daha dirençli hale getirir. Ancak kurumuş bir nehrin yeniden canlanmasının da zorluklar iki elin parmaklarından fazla.  Kurak koşullarda gelişen topluluklar, yeni su yolları mevcut altyapıyla mütenasip uyumdan uzak diye sel riskiyle karşı karşıya kalmak an meselesi. Dahası, yenilenen akış, özellikle suyun değerli bir meta olduğu bölgelerde, su haklarıyla ilgili gerginlikleri artırabilir. Jeopolitik manzara değişebilir ve bu da paydaşlar arasında çatışmalara yol açma potansiyelini de içinde barındırıyor. Çevresel açıdan bakıldığında, bir nehrin yeniden canlanması iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konusunda sorular doğurur. Kuraklık ve seller de dahil olmak üzere giderek daha öngörülemez hale gelen iklim ve hava koşullarıyla birlikte, nehir sistemlerinin dinamikleri de değişkenlik göstermektedir. Yerel ve küresel toplulukların bu değişikliklere uyum sağlayarak yenilikçi su yönetimi stratejilerini benimsemeleri hayati önem taşımaktadır. Geleneksel ekolojik bilginin modern bilimsel yaklaşımlarla bütünleştirilmesi, bu değişimlerin üstesinden gelmek için değerli sonuçlar verebilir.Avustralya'daki Murray-Darling Havzası örneğini ele alalım. Bölge, yerel tarımı ve ekosistemleri  kayda değer anlamda ciddi şekilde etkileyen şiddetli kuraklık ve nehirlerin kurumasına maruz  kalmıştı. Ancak, su reformlarının yanı sıra çevresel restorasyon çalışmaları, nehir sisteminin bazı kısımlarını canlandırmada ümit verici sonuçlar gösterdi. Bu durum, toplulukların tabiatla ve kendi tabiatıyla ahenkli  ve proaktif bir şekilde nasıl etkileşim kurabileceklerine, doğal afetler karşısında sürdürülebilirliği ve dayanıklılığı nasıl teşvik edebileceklerine dair bir örnek teşkil ediyor.
Kuru bir nehrin aniden tekrar akmasının kültürel etkileri göz ardı edilemez. Nehirler genellikle yerel halklar için önemli kültürel ve manevi anlamlar taşır. Bir nehrin yeniden canlanması, yıllardır uykuda olan gelenekleri ve uygulamaları yeniden canlandırabilir. Topluluklar nehirdeki yenilenen yaşamı onurlandırmak için bir araya geldikçe, suyu ve bereketi kutlayan festivaller ortaya çıkabilir. Ayrıca, bu canlanmadan kaynaklanan sanatsal ifadeler, toplumun doğayla olan bağlarını yansıtarak ekolojik yönetime daha fazla değer verilmesini sağlayabilir.


Dualitedeki İkircikli Muhteşem Tabiat Diyalekteği ve  Döngünün Bilgeliği

Doğanın hikâyesi doğrusal değil, döngüseldir; yıkım ve yeniden doğuşun sarmal bir dansıdır. Dünyaya bu mercekten bakmak, yıkıntılarda bilgelik, küllerde umut bulmaktır. Doğanın diyalektiği, yenilenmenin yıkımdan ayrılamaz olduğunu ve her felakette dünyanın bitmek bilmeyen yenilenme kapasitesini prova ettiğini öğretir. Dolayısıyla, felaketin sonrasını düşünmek yalnızca trajediye tanık olmak değil, aynı zamanda doğanın sonsuz oluşumunun incelikli sanatını görmektir bir nebze.Hani der ya içimdeki şair "Hazan Der ki Bırak Yağsın diye " öyle gidiyorum şimdi . arkamdaşu  suali geride bırakarak 


Mademki , doğanın tabiatı, kendi iç dinamikleri ve döngüleri ile sürekli olarak evrim geçirir. Doğa, felaketler, iklim değişiklikleri ve diğer doğal olaylar aracılığıyla kendini yeniden tasarlayabilir. Bu süreç, insanların müdahalesi olmaksızın gerçekleşir ve doğanın kendi içsel dengesini bulma çabasıdır., o halde  ;
Doğanın insanları tasarlaması ile insanların doğayı tasarlaması ya da Doğanın tabiatı yani kendiisni yeniden  tasarlaması aynı şey midir ? Bitişik midir yoksa hepsi birbirine ya da ne kadar ayrıksıdır sizce ? Hepsini bir bütünde toplamadığımızda tüm cevapların  bizi mutmain bırakmayacağını bilirim başka da bir şey bilmem. .Tabiata,canlılık alemine  ve insan tabiatımıza kafa tutmak şiarımızdan değildir vesselam. 

 

 


H.Çiğdem Yorgancıoğlu 
http://www.cigdemyorgancioglu.org



Bu yazı 479 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Henüz anket oluşturulmamış.
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI