Küreselleşmenin hakim olduğu bir konjonktürde ,liberal politikaların sürdürülebilir olup olmadığı ,para politikalarının değşip değişmeyeceğinin belirsizliği ve kayganlığı noktasında, kırılgan fay hatlarının kıpraşmaları arasında hızla değişen dünyamızda, uyum sağlama yeteneği eskiden olduğu gibi yine önemli olacaktır. Bu önem giderek daha da ivmelenmekte. Küresel aktörleri Asya Pasifik ve Atlantik hattını ve dünyanın her bir köşesindeki gelişmeleri izliyoruz .Dünya ekonomisi ABD Başkanı Donald Trump'ın yepyeni açıklamalarla gümrük vergileriyle ,ticaret tarifeleri ile içinde bulunduğumuz 2025 senesi Nisan ayında dünyayı salladı .Asya borsalarının tepetaklak oluşu manşetlere taşındı .Açıkladığı ticaret tarifelerinin etkisi küresel ekonomide yankılanmaya devam ediyor. Ana akım medya 50 eyalet sokakta manşetleri atmakta. Trump yönetiminin ticaret politikaları, özellikle Çin, Kanada ve Avrupa Birliği gibi ülkelerden gelen mallara uygulanan tarifeler, Amerikan imalatını korumak ve ticaret açıklarını azaltma hedeflerine yönelmiş vaziyette. Geçmişte Çin benzer tarifelerde gelişmekte olan pazarlara daha fazla yatırım yaptı ve ABD'nin etkisi dışındaki ülkelerle ortaklıklarını derinleştirdi. Bakalım 34 konusunda şimdi ne şekilde tepki verecek bunu izleyeceğiz .Süresi daralıyor.Altın düşüşe geçti.Petrol fiyatları geriledi.Borsalarda alımlar durdu satışlar başladı. Peter Navarro geçmişte olduğu gibi koruyucu tarifelerin yine sadık savunucularındandı . Etkilenen dengeler ve küresel çapta ekonomiler açısından bakınca eleştirilere maruz kalıyor fakat onun değerlendirmeleri açısından bakıldığında madalyonun diğer yüzünde argümanlarındaki kendi iç tutarlılıklar da gözleniyor. Bugünlerde en çok duyduğumuz kavram küresel ticaret savaşları .Sözkonus ticaret tarifelerine ilişkin farklı bakış açıları, ekonomik felsefedeki önemli bölünmeleri beraberinde getirmekte. Tarifelerin destekçileri, bunların yerel endüstrileri korumak ve ulusal güvenliği sağlamak için meşru bir araç olduğunu iddia ediyorlar. Bu bakış açısından, tarifeler küreselleşmenin tehditlerine karşı ekonomiyi güçlendirmeye hizmet ediyor. Eleştirmenler, tarifelerin geniş çaplı uygulanmasının yarardan çok zarar verdiğini, diğer uluslardan misilleme önlemlerini teşvik ettiğini ve serbest ticaret ilkelerini bozduğunu savunuyor. Tartışma, uzun süredir devam eden ekonomik teoriler ve bunların giderek daha fazla birbirine bağlı hale gelen bir dünyada uygulanması üzerine düşünceleri davet ediyor.
Gelişmeleri süreçleri verileri ve medya manipülasyonunu ve dahş kullanılan retorikleri ,nedensellik,sebep-sonuç ilişkileri ve bağlamsallıkları her birini tek tek ve bütünleşik olarak okumak bir o kadar önemli . Dev bir super organizmanın parçaları unsurları hatta mütemmim cüzleri olarak ,küresel anlamda hepimiz aynı gemideyiz ve dev bir superorganizmayız. Servet ,kaynaklara ulaşım,kaynakları bölüşüm ve gelir eşitsizliği, enflasyon da dahil olmak üzere çeşitli sosyo ekonomik faktörler tarafından şekillendirilen acil küresel sorunlar olarak karşımıza çıkmakta. Meseleler büyüyor büyüyor. Kördüğüm olmadan tüm meseleleri çözmek gerek ve bunlara yaklaşımlar getirmek zorunluluğu malum. Bu noktada çözüm üretmenin önceliklendirmenin gerekliliğinin aksi istiakemetine koşan yöntem farklılıkları ve farklı yaklaşımlara hoşgörüsüzlük anlamında bir geçimsizliğin ya da kutuplaşmaya tahammülümüz ve zamanımızın olmadığıı ,,gemiden de hızlı giden küresel bir roller coaster içindeyiz belki de .İsmi Dünya olan mavi bilye yerküremizde Hepimiz aynı "roller coaster"dayız .
Servet ve gelir eşitsizliğinin neleri gerektirdiğini anlamak önemlidir. Zenginlik ve varlıkların eşitsizliği, mülk, yatırımlar ve tasarruflar dahil olmak üzere bireyler veya gruplar tarafından sahip olunan varlıkların dağıtımını analiz eder. Servet eşitsizliği denince bunları anlarız . Öte yandan gelir eşitsizliği, istihdam, yatırımlar ve diğer kaynaklar aracılığıyla kazanılan gelirin eşitsiz dağılımını ifade eder. Her iki olgunun da ekonomik istikrar, sosyal uyum ve genel yaşam kalitesi için geniş kapsamlı etkileri vardır..Enflasyon, zenginlik ve gelir eşitsizliğini anlamada kritik bir unsur olarak hizmet eder. Mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki sürekli artış olarak tanımlanan enflasyon, satın alma gücünü ve çeşitli toplumsal katmanlar içindeki zenginlik dağıtımını etkiler. Fiyatlar arttıkça, sabit geliri veya daha düşük ücreti olanlar, azalan satın alma gücü nedeniyle orantısız bir etki yaşarlar. Buna karşılık, özellikle varlık değerlerine bağlı yatırımları olan servet sahipleri, genellikle enflasyonist baskılara daha etkili bir şekilde karşı koyabilirler.Tarihsel bağlam, enflasyonun eşitsizlik için bir katalizör görevi gördüğünü ortaya koymaktadır. Örneğin, neredeyse yarım asır geriye gitsek 1970'lerde, Amerika Birleşik Devletleri stagnant economic growth tabir edilen durgun ekonomik büyümeyi yüksek enflasyonla birleştiren stagflation denen durgun enflasyonla karşı karşıya kaldı. Bu dönemde, orta ve düşük gelirli aileler, gerçek ücretlerinin artan fiyatlarla aynı hızda ilerlememesi nedeniyle zorluk çektiler. Tersine, daha zengin bireyler mali durumlarını korumak veya gayrimenkul veya hisse senetleri gibi değer kazanan varlıklara yatırım yapmak için daha donanımlıydı. Bu dönem, enflasyondan kaynaklanan çarpıcı uçurumu vurguladı ve bu eşitsizlikleri ele almayı amaçlayan ekonomik politikalara daha fazla odaklanmasına yol açtı.Odaklanmak çözüm üretmeye yönelmek ya da bu konuda bir irade göstermek demektir çoğu zaman. O halde çözümlerin ne olduğu kadar , çözümlerin toplumda başka çözümsüzlükleri yaratacak polemiklerden uzak tutacak asimetrik bilgileri dezenformasyonları etik-dışı medya manipülasyonlarını da engellemek de bir o kadar önemli olmakta.
Ekonomik gücün dünya çapında küçük bir elit grubun elinde yoğunlaşmasına nedenleri arasında etik-dışı unsurların ,devlet bünyesinde kamu çalışanlarının yozlaşmış fikir ve eylemleri ve dahi farklı boyutlardaki yolsuzluklar ,etik dışı hamleler olduğu gibi enflasyonda bu eşitsizliklere uygun zemindir . Enflasyon ile eşitsizlik arasındaki ilişkiye ilişkin çeşitli bakış açıları mevcuttur. Bazı ekonomistler, ılımlı enflasyonun büyümeyi teşvik ederek ve borcun gerçek yükünü azaltarak ekonomiye fayda sağlayabileceğini savunmaktadır. Ancak bu bakış açısı, orantısız enflasyonun, varlık sahibi olma veya enflasyona göre ayarlanmış ücretleri kontrol etme olasılığı daha düşük olan düşük gelirli kesimleri nasıl etkilediğini sıklıkla göz ardı eder. Ek olarak, genellikle sistemik eşitsizlikle boğuşan marjinal topluluklar, sınırlı finansal dayanıklılıkları nedeniyle enflasyon dönemlerinde daha önemli bir yük taşırlar.Nobel ödüllü Joseph Stiglitz, eşitsizliği sürdüren ekonomik sistemleri eleştirmiştir. Enflasyon, politika kararları ve piyasa dinamiklerinin etkileşiminin eşitsiz bir oyun alanı yarattığını ileri sürmektedir. Stiglitz'in görüşleri, özellikle enflasyonun dezavantajlı gruplar üzerindeki etkilerini ele alırken daha adil bir dağıtım sağlamak için sistemsel değişikliklere ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır.
COVID-19 salgını, doğrudan ödemeler ve teşvik paketleri de dahil olmak üzere benzeri görülmemiş mali politikalara yol açtı. Bu önlemler ekonomiyi desteklemeyi amaçlasa da, enflasyonist baskılara da katkıda bulundu. Son veriler, temel mallardaki fiyatların yükseldiğini ve düşük ve orta gelirli haneler için zorlukları daha da negatife çekti.. Bu senaryo, daha zengin vatandaşların düşük gelirli ailelere göre maliyetleri daha iyi karşılayabilmesi nedeniyle, enflasyonun mevcut eşitsizlikleri nasıl sürdürülebileceğini anlamak için çok önemlidir.Ayrıca, uzaktan çalışmanın ve dijital ekonominin yükselişi, kuşkusuz faydalıydı bunu yadsıyamayız fakat öte yandan yeni eşitsizlik katmanları da ortaya çıkardı. Çevrimiçi çalışma olanağına sahip yüksek gelirli bireyler, belirli alanlardaki azalan yaşam maliyetlerinden yararlanırken,buna karşılık, hizmet sektörü çalışanları ve düşük ücretli işlerde çalışanlar, ücretleri enflasyona uyum sağlayamadığı için daha az fayda görüyor. Bu ortaya çıkan uçurum, gelir ve servet dağılımının gelecekteki manzarası hakkında önemli soruları gündeme getiriyor.Bu küresel çapta tüm dünyanın ortak sorunu. Bunu anlamak için daha da eğitimli mukavemetli ve idmanlı olmamız lazım.
Günümüzde ve gelecekte küresel çapta eğitim sistemleri , yeni nesle , öğrencilere yalnızca standart sorun çözme tekniklerini , medya manipülasyona maruziyete karşı ilmi siyaset ve manipülasyon dilini okuma eğitimi değil, aynı zamanda sorunlara yaratıcılık ve dayanıklılıkla nasıl ve kaç değişik açıdan analitik bir şekilde yaklaşacağını da öğretecek vizyonlara insanlık ailesi olarak hepimiz muhtacız bu kesin . Bakalım kendi ömrümüzün sınırları içinde gelecek bu şekilde gelişecek mi ? bunu izleyeceğiz. Tasarım düşüncesini, işbirlikçi projeleri ve gerçek dünya sorun çözmeyi teşvik eden programlar, bireyleri maruz kalınabilecek belirsizliklere yönelik hazırlayabilecekler mi bunu da göreceğiz .Dünyayı halli zor epey mesele bekliyor.Zor ama bir o kadar da kolay .Mesele bakış açısı ve problem çözme yaklaşımı." İnterdependence" tabir edilen " karşılıklı bağımlılık", "birbirine bağımlı olma" halinin temsiline binaen "super organizma" metaforu üzerinden de irdelemeye değebilir bu anlatım. Süper Organizma kavramı, toplum içindeki bireylerin birbirine bağlılığını göstermeye yarar. Bu fikir, hayatta kalma ve ilerleme için bir ilişki ağına güvenerek kolektif olarak işlev gördüğümüzü vurgular. Keskin bölünmeler ve "biz ve onlar" zihniyetiyle karakterize edilen kutuplaşma, bu kolektif gücü zayıflatır. Bu makaledeki anlatımıza bu kapsayıcı kavramsal,evrensel hümanist yaklaşım da etki edecek. Süper Organizma kavramı, bireylerin bir vücuttaki hücrelere benzer şekilde daha büyük bir bütünün parçaları olduğunu öne sürer. Biyolog Edward O. Wilson bu söylemde öne çıkmış olup ,sosyobiyoloji ve işbirliğinin evrimi üzerine yaptığı çalışmalar, işbirliğinin türlerin hayatta kalmasına nasıl fayda sağladığını göstermektedir.Bu problem çözüm ve çözümleme konusunda CLC 360 yaklaşımızdaki paradigmanın esaslı unsurlarından olan bağlamsallık içinde meseleleri ele alma fikriyatımız ve metodoloji ile de yakınsamaktadır. Superorganizma kavramsallığı ötekileştirmeyi ve kutuplaşmayı kovar. Yapıcı diyaloğun nadir olduğu negativitesi yüksek ortam yaratan kutuplaşma,ayrışma yalnızca sosyal uyumu tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda ilerlemeyi de engeller. .Bu arada kutuplaşma dediğimizde zıt fikirlerin olmaması ya da savunulmaması müzaekere edilmemesi gerktiğini söylemiyoruz , bunlar olmasa nasıl evrim geçirirdi toplumlar ,bireyler ve demokrasi ,insan hakları ve özgürlükler,.Bir örnek olmak değil rengarenkler içinde harmoni yakalamaktır gayemiz .
İktisadi anlamda mevzuya dönersek ; küresel çapta durgunluk enflasyon, gelir ve servet adaletsizliği giderek büyüyen ekonomik ve sosyal refahı zora düşüren zor mevzulardır. Dünyadaki istihdam ve hayat pahalılığı , enflasyon gibi sorunlar bugünden yarına hokus pokus , formüle uygulayalım deyip çözülecek gibi değil. Kuşkusuz makroiktisadi ve , maliye politikaları da bu alanlardan bir ya da bir kaçı. Mesela ,emisyon hacmi , tedavül,banknot para ve kredi politikası, kalkınma planları,paranın değeri ,banka rezervleri ve munzam karşılık gibi terimleri birarada kullansak hemen aklınıza ülke merkez bankaları gelir sanırım. Merkez bankası rezervlerinin hükümetler tarafından kullanımı, modern ekonomik politika ve finansal yönetimin kritik bir yönüdür. Ülkelerin Merkez bankaları rezervleri aracılığıyla enflasyonun düzenlenmesi, faydaları ve dezavantajları konusunda , geçmişte olduğu gibi günümüzde de dünyanın dört bir köşesinde önemli tartışmalara yol açmıştır.Bu makale, CLC 360 farklı bakış açılarından durumsallık esaslı olarak dünya genelinde hükümetlerin merkez bankası rezervlerine güvenmesinin ardındaki dinamikleri küresel ve tarihsel evrimini, ekonomi üzerindeki etkisini ve potansiyel gelecekteki gelişmeleri ufak dokunuşlarla bütüncül tasarım odaklı katmanlı eleştirel bağlamsal düşünceye dayalı CLC 360 merkezli (Chi Lange Challenge 360 -Homo Homini Manipulus 2025) metodolojik yaklaşımı ile incelemektedir. Bir başka deyişle , bu çok yönlü konuyu satıhtan inceleyerek ve böyle bir piyasa iktisadi -mali kontrolün "iyi mi yoksa kötü mü" olarak algılandığının büyük ölçüde belirli koşullara bağlı olduğunu yani hem iyi ya da yerinde uygulanmazsa kötü olabileceğini vurgulamak diyelim meramımız. Bilgi dağarcığımızdaki kırıntılar doğrultusunda önemli noktalar arasında merkez bankalarının rolünün analizi, enflasyona ilişkin tarihsel perspektifler, müdahalenin olası sonuçları ve bu önlemlerin etkinliğine ilişkin çeşitli bakış açıları yanyana konduğunda ülkelerin merkez bankası politikaları ile kamu refahı arasındaki ilişkiye dair dengeli bir anlayış ortaya çıkmaktadır.Zira durumsallık açısından yerinde de olabilir olmayabilir de.Sakıncalı olan sadece tek bir noktadan bakıp diğerine mesafeli olmaktan ziyade durumsallık ve şartların içinde dengeli şekilde değerlenmesi noktasında insan hatasını ve yanılgısını bertaraf edebilir .HOMO HOMINI MANIPULUS kitabında da özetlemeye çalıştığımız CLC 360 yaklaşımlı bakış açısı da aynı temele dayanmaktadır. Dolayısı ile iyi mi kötü mü gibi polemiklerle toplumları ayrıştırmanın kutuplaştırmanın , toplum refahına ve bilişsel yanılgılara dayalı düşünce dizgesinde fikir üretme çabasına pek faydası olmamaktadır. Bir problemi çözmek için tek bir formül yoktur. Bu ifade, bilim, matematik,ekonomi , iş dünyası ve hatta kişisel yaşam gibi çeşitli alanlarda derin yankılar uyandırır. Problemler çok yönlü ve benzersiz olabilir ve çeşitli yaklaşımlar ve çözümler gerektirebilir.. Önemli olan dengeli ve adil sonuçlar üretebilme niyetinde ve yeterliliğinde politikalarla yürümektir. Her ne kadar etik dışı medyanın bu konuda polemikler çıktıkça köpürtmeye meraklanıp da büyük resmi görmeden farklı bakış açılarından değerlendirmeden her alanda olduğu gibi ekonomi de şu politikalar doğru şu politikalar yanlış diye tek kalemde , yüzeysel bilgiler ve bilişsel yanılgı,önyargı ve varsayımlarla kritize edilmeye müsait bir alan değildir. Merkez bankası rezervleri, bir ülkenin merkez bankasının döviz, altın ve diğer menkul kıymetler dahil olmak üzere çeşitli biçimlerde elinde tuttuğu varlıkları temsil eder. Bu rezervler ekonomik istikrarsızlığa karşı bir tampon görevi görür. Hükümetler genellikle bu rezervlere ulusal para birimini istikrara kavuşturmak, enflasyonu yönetmek ve finansal sıkıntı zamanlarında likidite sağlamak gibi çeşitli nedenlerle erişir. Hükümetlerin, kendi ülkelerine ilişkin uyguladıkları ekonomik programlar ve kamu yararına yönelik önceliklerine de uygun olarak ülkelerindeki merkez bankası rezervlerini kullanılmasının en önemli nedenlerinden biri para birimi istikrarını sağlamaktır. İstikrarlı bir para birimi, ekonomik büyümeyi teşvik etmek ve yabancı yatırım çekmek için olmazsa olmazdır. Bir ülke ödemeler dengesi kriziyle karşı karşıya kaldığında, hükümetler döviz piyasalarına müdahale etmek için merkez bankası rezervlerine başvurabilir. Bu müdahale, hiperenflasyona ve ekonomik kaosa yol açabilecek ulusal para biriminin aşırı devalüasyonunu önleyebilir. Örneğin, 1997 Asya mali krizi sırasında Tayland ve Endonezya gibi ülkeler, para birimlerini spekülatif saldırılardan korumak için rezervleri kullandılar, böylece düşüşü yavaşlattılar ve ekonomilerini istikrara kavuşturdular.Merkez bankası rezervlerini kullanmanın bir diğer önemli nedeni de enflasyonu yönetmektir. Yüksek enflasyon, satın alma gücünü aşındırabilir ve ekonomide belirsizlik yaratabilir. Merkez bankaları, faiz oranlarını ayarlayarak veya açık piyasa işlemlerine girerek enflasyon seviyelerini etkileyebilir. Ancak, aşırı durumlarda, rezervlere doğrudan erişim, hükümetlerin enflasyonist baskıları azaltabilecek önlemler uygulamasına olanak tanır. Rezervlerin yönetimi, yatırım ve tasarruf için elverişli koşulları kolaylaştırabilir, ekonomideki talep ve arzı dengeleyebilir.Finansal krizler sırasında likidite çok önemlidir ve merkez bankası rezervleri hükümetler için bir güvenlik ağı sağlar. Ekonomik sıkıntı zamanlarında, kredi piyasaları sıkılaştığında, hükümetler bankacılık sistemine likidite enjekte etmek için rezervlere başvurabilirler. Bu, merkez bankalarının dünya çapında ekonomilerini korumak için acil önlemler aldığı 2008 küresel mali krizi esnasında görüldü. Hükümetler, finansal kurumlarının istikrarını korumak için rezervleri kullandılar ve böylece daha derin bir durgunluğun önüne geçtiler.Merkez bankası rezervlerinin kullanımını çevreleyen tarihsel bağlam yıllar içinde evrimleşmiştir. İngiltere Bankası gibi 17. yüzyıldaki merkez bankalarının kurulması, modern para politikasının temelini oluşturmuştur. Zamanla, merkez bankalarının rezervleri yönetmeyi de içeren sorumlulukları üstlenmesi sayesinde bu kurumların rolü genişlemiştir. Milton Friedman ve John Maynard Keynes gibi etkili ekonomistler, rezervlerin nasıl algılandığını ve yönetildiğini etkileyerek para politikasını anlamak için çeşitli çerçeveler sunmuştur. Fikirleri, ekonomik istikrarı teşvik etmek için rezervlerin stratejik kullanımını gerektiren para arzının aktif yönetiminin önemini vurgulamıştır.Küresel finans sistemlerinin karmaşıklığının artması ile birlikte, merkez bankası rezervlerinin kullanımına ilişkin bakış açıları çeşitlenmiştir. Milton Friedman, para arzındaki değişikliklerin enflasyon ve ekonomik aktivite üzerinde doğrudan etkileri olduğunu savunarak monetarism yani parasalcılık kavramını ortaya attı. Friedman'ın çalışmalarının dokümantasyonu, enflasyon kontrolü ile makroekonomik politika arasındaki bağlantıyı vurgulayarak sağlam bir money supply (MS)para arzı yönetimine olan ihtiyacı vurgular. Onun içgörüleri, merkez bankası stratejilerinin çağdaş tartışmalarında önemli olmaya devam ediyor.
Bazı ekonomistler, rezervlerin kullanımında daha temkinli bir yaklaşım savunarak, aşırı bağımlılığın ahlaki tehlikeye yol açabileceğini vurgulamaktadır. Bu kavram, hükümetlerin finansal kurumları kurtarmak veya piyasaları istikrara kavuşturmak için rezervleri rutin olarak kullanması durumunda, finansal oyuncular arasında, kargaşa sırasında "kurtarılacaklarını" bilerek riskli davranışları teşvik edebileceğine de işaret edebilir. Bu, rezerv kullanımına ilişkin bu bakış açısı dünya genelinde daha sağlam düzenleyici çerçeveler ve maliyet-fayda analizleri çağrılarına yol açtı.Fakat öte yandan, Ülke Merkez bankalarının rezervlerine gerekli halde dokunmanın savunucuları da küreselleşmiş bir ekonomide önemli rezervlere sahip olmanın bir ulusun krizlere hızlı ve etkili bir şekilde yanıt verme yeteneğini artırabileceğini savunuyorlar. Bu bakış açısı da , rezervlerin dış şokları azaltmak için egemen bir araç olarak önemini vurguluyor. Çin ve Hindistan gibi ülkeler son yıllarda rezerv varlıklarını önemli ölçüde artırdılar ve bu da onlara küresel ekonomik dalgalanmalara yanıt verme konusunda daha fazla esneklik sağladı denebilir.
Kamu maliyesi, enflasyon kontrolü ve makroekonomik politikalar ekonomik istikrarı korumak için esastır. Kamu maliyesi esasen hükümet gelir ve harcamalarını ifade eder. Vergilendirme, harcama politikaları ve borçlanma yoluyla kamu kaynaklarının yönetimini içerir. Kamu maliyesinin temel amaçları ekonomik istikrarı teşvik etmek, büyümeyi kolaylaştırmak ve gelir eşitsizliğini ele almaktır. Kamu maliyesi, hükümet bütçelerinin sürdürülebilir ekonomik performansı desteklemek için uygun şekilde dengelenmesini sağlarken kaynakları verimli bir şekilde tahsis etmeye çalışır.Makroekonomik politikanın önemli bir hedefi olan enflasyon kontrolü, öncelikle merkez bankaları tarafından yönetilen para politikasının kullanımıyla yönetilir. Enflasyon satın alma gücünü tırtıkladığında da oluşan aşınma ekonomide belirsizlik yaratabilir. Yüksek enflasyon seviyeleri yatırım ve tasarrufları caydırabilir ve bu da ekonomik büyümenin azalmasına yol açabilir. Bu nedenle, enflasyonu kontrol etmek herhangi bir merkez bankası otoritesinin temel bir işlevidir.Merkez bankaları fiyat istikrarını korumak için çeşitli araçlar kullanır. En önemli araç faiz oranlarının manipüle edilmesidir. Merkez bankaları faiz oranlarını artırarak borçlanmayı daha maliyetli hale getirebilir ve bu da tüketici harcamalarını ve işletme yatırımlarını azaltma eğilimindedir. Tersine, faiz oranlarını düşürmek borçlanmayı ve harcamayı teşvik ederek ekonomik aktiviteyi canlandırır. Ek olarak, merkez bankaları ekonomide dolaşan para miktarını etkilemek için açık piyasa işlemlerine girebilir, devlet tahvilleri alıp satabilir ve böylece enflasyonu etkileyebilir.Bu ilişkiye ilişkin temel bir tarihsel bakış açısı, 1913'te Amerika Birleşik Devletleri'nde Federal Rezerv Sisteminin kurulmasında görülebilir. Federal Rezerv, bir dizi bankacılık paniğine yanıt olarak kuruldu ve ülkeye daha güvenli, daha esnek bir parasal ve finansal sistem sağlamayı amaçladı. On yıllar boyunca, rolü öncelikle bankalar için bir banka olmaktan, özellikle enflasyon yönetimi konusunda makroekonomik politikada önemli bir oyuncuya dönüştü.
DURUMSALLIK -İKİ TARAFTAN DA BAKILABİLİR -MERKEZ BANKASI REZERVLERİ ARACILIĞIYLA ENFLASYONUN KONTROLÜ
Küresel çapta ülke ekonomilerine bakıldığında devletlerin merkez bankası rezervleri aracılığıyla enflasyonun düzenlenmesi, faydaları ve dezavantajları konusunda önemli tartışmalar sürekli gündeme yerleşir. Burada çıkış noktamız merkez bankası politikaları ile kamu refahı arasındaki ilişkiye dair dengeli bir anlayış ortaya çıkacak mıdır ?.Super Organizma olma bilinci bu kavrayışa yardımcı olabilecek mi .Bütünleşik bakıp büyük resim görülebilecek mi . Varsayımları ve önyargıları evlerde vestiyerlere astık mı. Öyle bir dünyanın içindeyiz ki adil sürdürülebilir bir refah toplumunu yaratma yolunda şapka çıkartılacak yaratıcı çözümleri anlık olarak çözebilmek için her an şapkayı önümüze koyup düşünmek sonra düşündüğümüzü düşünmek ve yeniden sorgulamak durumundayız .Düşündüğünü düşünen homo sapiens sapiens İnsana yakışır bir metacognition süreci . Meseleye bir sonraki makalede game teori oyun teorisi üzerinden bir bakışla
Ülkelerin Merkez bankaları, para politikasını düzenleyerek bir ülkenin ekonomisinde önemli bir rol oynarlar. Farklı hedeflerle birlikte birincil hedefleri, genellikle enflasyonu kontrol etmeyi içeren fiyat istikrarını korumaktır. Enflasyon, satın alma gücünü aşındırabilir ve ekonomide belirsizlik yaratabilir. Merkez bankaları, para arzını etkilemek için faiz oranı ayarlamaları ve açık piyasa işlemleri gibi araçlara sahiptir. Enflasyon arttığında, merkez bankaları ekonomik aktiviteyi yavaşlatmak için (tabi burada biz ekonomistlerin her zaman vurgulamaları gereken ceteris paribus ibaresini de unutmadan )para arzını sıkılaştırmayı tercih edebilir ve böylece enflasyonu azaltabilirler. Tersine, enflasyon çok düşükse, ekonomik büyümeyi teşvik etmek için para arzını artırabilirler. Bu esneklik, enflasyonu kontrol etmek ve ekonomik büyümeyi teşvik etmek arasında bir denge sağlamak için önemlidir. Bu arada yine stagflation vb diğer koşulları şu anda bu yazıda kapsama alanına almıyoruz.Tarihsel olarak, merkez bankaları enflasyonla mücadelede önemli zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Örneğin, Almanya'nın 1920'lerde yaşadığı hiperenflasyon, düzenlenmemiş enflasyonun yıkıcı potansiyelinin çarpıcı bir hatırlatıcısı olarak hizmet eder. Alman merkez bankasının endeksi sabitlenmemesi toplumsal huzursuzluğa, tasarruf kaybına ve dramatik ekonomik çalkantıya yol açtı. Bu tür olaylar, enflasyonun kontrolüne yönelik çağdaş yaklaşımları bilgilendirmiş ve merkez bankasının proaktif önlemlerinin önemini vurgulamıştır. 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında Federal Rezerv başkanlığı yapan Paul Volcker gibi etkili isimler, merkez bankacılığının enflasyonu yönetmede oynadıkları temel role örnek teşkil etmektedir. Volcker'in yüksek faiz oranı politikaları, kısa vadeli ekonomik sıkıntılar pahasına da olsa, ABD'deki kontrolden çıkan enflasyonu etkili bir şekilde bastırmıştır ve bu kararların doğasında bulunan karmaşık dengeyi yansıtmaktadır.Enflasyonu kontrol etmenin faydalı sonuçları olabilirken, eleştirileri de yok değildir. Bu enstrümanı kullanmanın bazı karşıtları, enflasyonu azaltmak için agresif önlemlerin ekonomik büyümeyi engelleyebileceğini ve işsizliği artırabileceğini savunuyor. Tarihsel bir örnek, Volcker'in politikalarının tetiklediği 1980'lerin başındaki durgunluktur diyor uzmanlar. Her biri yine kendi bağlamında incelenmelidir. Eleştirmenler, bu tür sert eylemlerin düşük gelirli nüfusları ve küçük işletmeleri orantısız bir şekilde etkilediğini ve bunun da ekonomik uçurumun genişlemesine yol açtığını iddia ediyor. Buradaki argüman, enflasyon kontrolünün gerekli olduğu fikrine odaklanırken, kullanılan yöntemlerin olası olumsuz sonuçlara karşı dikkatlice tartılması gerektiği fikrine odaklanıyor. Bu bakış açısı ışığında, bu politikaların uygulandığı bağlamı dikkate almak çok önemlidir.Yani yerinde ve hassas şekilde dozajı arttırmadan kullanıldığında etkili de olabilirdi .Buarad önemli olan bilişsel yanılgılara kapılıp genelleme yapmaktır. Son yıllarda, enflasyonu kontrol etme zorluğu, COVID-19 pandemisi ve bunun sonucunda ortaya çıkan tedarik zinciri kesintileri gibi küresel olaylar tarafından büyütüldü. Ekonomileri istikrara kavuşturma girişimlerinde, birçok merkez bankası finansal sistemlere önemli miktarda sermaye enjekte ederek genişletici para politikaları benimsedi. Bu politikalar, ekonomiler toparlanmaya başladıkça enflasyonist bir tepki konusunda endişelere yol açtı. Enflasyon oranları 2021 ve 2022'de yükseldikçe, merkez bankaları yaklaşımlarını yeniden kalibre etme baskısı ile karşı karşıya kaldılar ve yükselen fiyatları dizginlemek için sıklıkla faiz oranı artışlarına geri döndüler. Ancak, bu eylemler aynı zamanda durgunluk baskılarını tetikleme riski taşıyordu ve merkez bankalarının koruması gereken hassas dengenin önemi bir kez daha ortaya çıktı .Yine unutmamamız gereken nokta aynı. Politikaların çalıştırıldığı sürece topluma sunduğu faydaların ölçümlenmesi ve diğer ekonomik,askeri, ticari,sosyal ,kültürel hedefler çelişmemesi ve hakkaniyetten uzaklaşmamak .Etik bir anlayışla bu mekanizmalar ekonomilerin doğasına uygulandığında çalışabilir.
Merkez bankası önlemlerinin etkinliğine ilişkin bakış açıları büyük ölçüde farklılık gösteriyor. Destekçiler, merkez bankasının müdahalesinin makro ekonomik istikrarı korumak için elzem olduğunu savunuyorlar. Bu tür kontrollerin ekonomik balonlarn ve ani düşüşlerin önlenebileceği fikrini savunuyorlar. Tersine, eleştirmenler daha serbest piyasa yaklaşımını savunuyor ve piyasanın merkez müdahalesi olmadan enflasyonist değişiklikleri dikte etmesi gerektiğini öne sürüyorlar. Merkez bankalarının genellikle ekonomiyi ince ayar yapma yeteneklerini abarttıklarını ve bunun da istenmeyen sonuçlara yol açtığını iddia ediyorlar. Küresel çapta ülkelerin hükümetlerinde devam eden tartışma, ekonomik müdahalelerin doğası ve merkez kurumlarının uygun rolü hakkında kritik soruları gündeme getiriyor.Dahası, gelişmekte olan ekonomiler enflasyon kontrolü söz konusu olduğunda belirgin bir dizi zorluk sunuyor. Enflasyon baskılarının toplumsal huzursuzluğa yol açabileceği ortamlarda, etkili merkez bankası müdahalesinin riskleri özellikle yüksek hale gelir. Kimi ülkeler bakıyorsunuz , hükümetlerin fiyatları istikrara kavuşturmayı amaçlayan politikalarının toplumsal hoşnutsuzlukla karşılandığı önemli enflasyonist dönemlerde mücadele ediyorlar. Bu örnekler, merkez bankası eylemleri ile toplumsal tepki arasındaki ilişkinin bağlama bağlı olduğunu vurgular.Geleceğin teknolojileri nevi küresel iktisadi politikalar ya da meselelere çözüme yönelik daha da katmanlı boyutlar kazandıracak. Teknolojinin entegrasyonu sorun çözme metodolojilerini şekillendirmeye devam edecektir. Yapay zeka daha yaygın hale geldikçe, bu araçların etkili bir şekilde nasıl kullanılacağını anlamak çok önemli olacaktır. Ancak, sorunları daha da kötüleştirmek yerine, sorunları çözmek için teknolojinin sorumlu bir şekilde kullanılmasını sağlayan etik çerçeveler geliştirmek de aynı derecede önemlidir.
SONUÇ
Her birimizin insanlık ailesi olarak kaderlerimizin içiçe geçtiği bir süperorganizma olarak Dünyadaki geleceğimize ve geleceklerin geleceğine bakıldığında, enflasyon bağlamında servet ve gelir eşitsizliğini ele almak çok yönlü stratejiler gerektiriyor. Küresel anlamda politika yapıcılar, adil büyümeyi teşvik eden ekonomik çerçevelere öncelik vermelidir. Bu, sağlam güvenlik ağlarını içerecek şekilde sosyal sözleşmeleri yeniden tanımlamayı, ilerici vergilendirmeyi teşvik etmeyi ve eşitsiz büyümeyi sürdüren endüstrileri devlet enstrümanları ile düzenlemeyi içerebilir.Hükümetlerin elimndeki enstrümanlar arasında elbette ülke merkez bankaları da vardır. Netice itibariyle ;bir ülkenin ekonomisinin yönetimi, enflasyonu kontrol etmede merkez bankası rezervlerinin önemli bir rol oynadığı çeşitli karmaşık araçları içerir. ABD'deki Federal Rezerv veya Avro Bölgesi'ndeki Avrupa Merkez Bankası gibi merkez bankaları, rezervlerini fiyatları sabitlemek ve toplumsal refahı teşvik etmek için kullandıklarını görürüz mesela. .Mal ve hizmetler için genel fiyat seviyesinin yükseldiği oran olan enflasyon, satın alma gücünü aşındırır ve genel ekonomik istikrarı etkiler. Büyüyen bir ekonomide orta düzeyde bir enflasyon normal kabul edilir. Ancak, enflasyon kontrol edilemez bir şekilde hızlandığında, toplumsal refah için ciddi sonuçlara yol açabilir. Fiyatlar arttıkça, tüketicilerin satın alma gücü azalır. Bu, gelirlerinin daha büyük bir kısmını temel ihtiyaç maddelerine harcayan düşük gelirli haneler için özellikle zordur. Merkez bankalarının fiyat istikrarını sağlamadaki rolü çok önemlidir. Merkez bankaları, enflasyonu etkili bir şekilde yönetmek için gerekli yönde müdahale suretiyle manipüle edebilecekleri kapsamlı rezervlere sahiptir. (Yani bunu ak akçe kara gün içindir diye de düşünebiliriz) Bu, para arzını, faiz oranlarını kontrol etmeyi ve bazen doğrudan döviz piyasalarına müdahale etmeyi içerir. Örneğin, enflasyon oranları önemli ölçüde yükselmeye başladığında, merkez bankaları faiz oranlarını artırmaya karar verebilir. Daha yüksek faiz oranları borçlanmayı daha pahalı hale getirir, bu da harcamaları ve yatırımları azaltma eğilimindedir, böylece aşırı ısınmış bir ekonomiyi soğutur.Tarihsel olarak, merkez bankası rezervleri ile enflasyon kontrolü arasındaki ilişki önemli ölçüde evrimleşmiştir. 1970'lerin sonu ve 1980'lerin başında, Amerika Birleşik Devletleri yüksek enflasyon ve durgun ekonomik büyümenin bir kombinasyonu olan durgun enflasyon yaşadı. O zamanlar Federal Rezerv başkanı olan Paul Volcker, enflasyonun kontrolden çıkmasıyla mücadele etmek için faiz oranlarını keskin bir şekilde artırarak kararlı bir eylemde bulunup ,kısa vadede acı verici olsa da politikaları enflasyonu başarıyla sınırlaması bakımından sıklıkla merkez bankacılığı tarihinde önemli bir an olarak anıldığını görürüz. .Milton Friedman gibi önemli isimler de az önce de dikkat çektiğimiz gibi bu alandaki anlayışı etkilemiştir. Friedman, "enflasyonun her zaman ve her yerde parasal bir olgu olduğunu" savunarak, parasal tabanın kontrol edilmesinin enflasyonu yönetmek için çok önemli olduğunu öne sürmüştür. Monetarismden az önce bahsetmiştik. Teorileri, rezervlerin ihtiyatlı bir şekilde yönetilmesinin fiyatları istikrara kavuşturup toplumsal refahı koruyabileceğini vurgulayarak modern merkez bankacılığı stratejilerini şekillendirmiştir.Son yıllarda, merkez bankası rezervlerinin önemi ekonomik krizler sırasında alınan eylemlerle örneklendirilmiştir. 2008 mali krizi, dünya genelindeki merkez bankalarını benzeri görülmemiş önlemler almaya yöneltti. Nicel genişleme, ekonomiye likidite enjekte etmek için büyük ölçekli finansal varlık satın alımını içeren yeni bir teknik olarak ortaya çıktı. Federal Rezerv'in bilançosu, bazılarına göre ekonomik faaliyeti teşvik ederek enflasyonu kontrol etmeye yardımcı olan çeşitli ekonomik belirsizliklere yanıt olarak önemli ölçüde genişledi.Ancak, bu yaklaşımın eleştirileri de yok değil. Bazı ekonomistler, merkez rezervlerine aşırı güvenmenin varlık balonlarına yol açabileceğini veya merkez bankalarının güvenilirliğini zedeleyebileceğini savunuyorlar. İnsanların merkez bankalarının aşırı derecede uyumlu olduğunu algılamaları durumunda, bunun gelecekte yüksek enflasyon beklentilerine yol açabileceğini ve böylece kontrol edilmesini zorlaştırabileceğini iddia ediyorlar. Bu gerilim, politika yapıcılar için bir zorluk teşkil ediyor ve büyümeyi teşvik etmek ile enflasyonu önlemek arasında hassas bir denge bulmalarını gerektiriyor.Merkez bankası rezervlerinin enflasyonla ilişkili olarak en iyi şekilde nasıl yönetileceği konusunda çeşitli bakış açıları mevcuttur. Bazıları daha agresif bir yaklaşım savunuyor ve merkez bankalarının artan enflasyonun ilk belirtilerinde önleyici bir şekilde hareket etmeleri gerektiğini öne sürüyor. Diğerleri ise daha temkinli bir yaklaşım savunuyor ve para politikasındaki ani değişikliklerin ekonomik istikrarsızlığa yol açabileceğini vurguluyor. COVID-19 salgınının ardından ortaya çıkan mevcut küresel manzara benzersiz bir zorluk sunuyor. Tedarik zinciri kesintileri, işgücü kıtlığı ve diğer faktörler merkez bankalarının aşması gereken enflasyonist baskılara katkıda bulundu.
Bu anlatımlar neticesinde , her ne kadar bir ekonomi politikası ve enstrümanı üzerinden bir anlatım gerçekleştirsek de esasen CLC 360 yaklaşımıyla zinde dinamik bilinci yüksek barışçı toplumları inşa etme bakış açısıyla olabildiğince farklı perspektiflerin ışığında ;Bir problemi çözmek için tek bir formül yoktur ve bakış açısına göre doğru olabilir diyoruz . Problem çözme, kültürel, ekonomik ve teknolojik değişikliklerden etkilenerek yüzyıllar boyunca evrimleşmiştir. Tarihsel olarak, bilimsel yöntem sistematik sorgulama için bir çerçeve oluşturmuştur. Galileo Galilei ve Isaac Newton gibi figürler, deneysel araştırma yoluyla modern problem çözmenin şekillenmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Çalışmaları, gözlem, hipotez formülasyonu, deney ve sonuç gerektiren bir model sağlamıştır. Ancak, bilimsel yöntem güçlü bir araç olsa da, tüm problem çözme biçimlerini kapsamaz. Yaşamdaki ve toplumdaki birçok sorun, tek bir bilimsel yaklaşıma uygun değildir.Ekonomi konusunda hassas dengeler de böyledir. Gerçek dünya problemlerinin karmaşıklığı, çözümlerin genellikle birden fazla bakış açısını içermesi gerektiği anlamına gelir. Örneğin, obezite gibi bir halk sağlığı sorunu yalnızca bireysel diyet seçimlerine odaklanılarak çözülemez. Eğitim, sağlıklı gıdalara erişim, şehir planlaması ve toplum desteğini içeren daha geniş bir yaklaşım gerektirir. Bu çok yönlü görüş, egzersizi teşvik etmek gibi tek bir çözümün sağlık eşitsizliklerine katkıda bulunan sosyo-ekonomik faktörler ele alınmadan yetersiz olduğunu savunan halk sağlığı uzmanları tarafından vurgulanmaktadır.Nerden nereye geldik .Dünya üzerindeki tüm meseleler böyle çok katmanlıdır ve bağlamları açısından ele alınacak kadar özgün çözümler gerektirmektedir..Bu minvalde halli meşakkatli küresel meseleler özelinde , gelecek nesilleri karşılaşacakları öngörülemeyen zorluklara hazırlamak için eleştirel düşünme ve esneklik öğretmeye vurgu yapan bir anlayış iyi bir ekonomi okuryazarlığı formasyonunu da aldıktan sonra küresel makro iktisadi mevzulara dair daha sağlıklı ,adil , çağın gelişmelerine paralel fikir üretebilmenin ve uygulanmakta olan küresel politikaların anlaşılıp anlamlandırılmasının önünü açacaktır .
Buradan hareketle ; küresel politikalarda olduğu gibi kurumsal yaşamda İş dünyasında, piyasanın dinamik yapısı çeşitli çözüm odaklı problem çözme stratejileri gerektirir. Küresel çapta öne çıkan dev şirketler, yaratıcı çözümleri benimsedikleri ve ekipleri arasında inovasyonu teşvik ettikleri için gelişirler. Stanford Üniversitesi gibi kurumlar tarafından popüler hale getirilen Tasarım Düşüncesi metodolojisi bu ilkeyi göstermektedir. Berkeley California Üniversitesinden böylesi bir formasyon eğitimini bizzat alıp CLC 360 METODOLOJİSİ ile bir sunum yaptığım için konunun değerine ayrıca özel önem atfediyor olduğumu belirtmek isterim. Bu insan merkezli tasarım odaklı yaklaşım, kullanıcıların ihtiyaçlarının anlaşılmasını, beyin fırtınasını ve prototiplemeyi teşvik ederek ekiplerin birden fazla çözüm denemesine olanak tanır. Google hizmetleri gibi ürünlerin başarısı,"comprehensive approach to problem-solving, which values iteration over a one-size-fits-all solution" yani tek bir çözümden çok yinelemeyi önemseyen bu kapsamlı sorun çözme yaklaşımına atfedilebilir.Günümüzde görmekteyiz ki ,çağımızdaki dijital ve teknolojik gelişmeler etik ve sürdürülebilir anlamda sorun çözme manzarasını dönüştürdü. Büyük veri analitiği ve yapay zeka, eğilimleri belirlemek ve kararları bilgilendirmek için büyük veri kümelerini analiz edebilen araçlar sağlamakta. Bu teknolojiler, sorunlar tırmanmadan önce tahmin ederek sorunlara daha hızlı ve daha duyarlı çözümler sağlar. Ancak, yalnızca verilere ya da geçmişin olumlu ya da olumsuz deneyimlerine güvenmek, eşit derecede önemli olan nitel faktörlerin göz ardı edilmesine yol açabilir. Örneğin, veriler tüketici tercihleri nedeniyle satışlarda bir düşüş olduğunu gösterse de, bu birey seçimlerini etkileyen temel duyguları veya kültürel değişimleri HOMO ECONOMICUS - NON HOMO ECONOMICUS ya da HOMO HOMINI MANIPULUS ta ele aldığımız katmanlı yapı , çağın yeni paradigma değişimini ve insan bilişsel ve davranışsal yanılgılarını anlamaksızın ortaya koymayabilir. Keza bunlar olmayınca küresel ekonomik ya da jeopolitik konularda bütünleşik bakış açıları olmaksızın ülke ekonomilerini kritize etmeye çalışmanın anlamsızlığı da fark edilmeyecektir.
Politika yapıcılar, ekonomik toparlanmayı engellemeden,kaynakların yanlış ya da dengesiz tahsisine yol açmadan,servet eşitsizliğine yol açamadan enflasyonu kontrol etmeyi hedeflerken kamu borç seviyelerini yönetme konusunda kritik kararlarla karşı karşıyadır. Bu dengeleme eylemi, kamu maliyesi ve makroekonomik politika yapımındaki gerginliği ortaya koyarak tutarlı stratejilere olan ihtiyacı vurgulamaktadır.mali ve parasal politikalar arasında senkronize bir ilişkinin önemini kavrayan bir anlayışla sağlıklı müzakerelerle ,işbirlikçi,dengeleyici sorun çözmenin etkisinin gücünü arkaya alarak , çağdaş tartışmalarda artık anlamsız,sağduyudan uzak kısır polemiklerin yerini makul,aklı selim ve sağduyululuk hali kamunun refahına daha fazla fayda sunacak görünüyor. . İşyerleri, eğitim kurumları ,sivil toplum örgütleri gibi ortamlarda, iş birliği çeşitli fikirleri ve çözümleri teşvik eder. Ötekileştiricilikten her daim uzak , nezaket dilini muhafaza eden,akılcı, kapsayıcılıktan uzaklaşmayan çeşitli bakış açılarını bünyesinde barındıran ve bunu yansıtan eleştirel düşünen ekipler genellikle homojen bir yaklaşıma sahip olanlardan daha iyi performans gösterir. Örneğin, araştırma ve geliştirmedeki disiplinler arası ekipler, farklı alanlardan gelen bilgileri birleştirerek yenilikçi çözümler üretebilir. Bu işbirlikçi ruh, karmaşık sorunların birden fazla disiplinden gelen içgörüleri gerektirdiğini kabul ettiği için çok önemlidir.Bunu bir super organizmaya da benzetebiliriz. İki kelime ile özetleyelim mevzuyu ve ying yang diyelim mevzuyu kapatmadan .enflasyonist baskılar, mali teşvik ile parasal sıkılaştırma arasındaki uygun dengeyle ilgili tartışmalar ve benzerleri hep konuşuldu ve daha da konuşulacak her zaman madalyonun diğer yüzü hatta tüm yönleri de düşünülürse süreçler kamu yararına başarıyla yönetilebilir. Dozunda , kararında ve dengede durumsallık içerir ekonomideki enstrümanlar ve yerli yerinde kullanıldığında toplum refahı ,kamu yararı adil ,hakkaniyetli ve akılcı şekilde gözetildiğinde kullanılan ekonomik piyasa müdahale enstrümanları , merkez bankası rezerv kullanımı gibi çözümler tıkır tıkır ve hiç bir kesime zarara vermeden optimumda çalışabilir. Sürece yeni bir değişken girmesi durumunda var olan durumsallık değişeceğinden yeniden süzgeçten geçirilip yeniden ele alınabilir bir mevzudur .Enstrümanlar her zaman araçlardır önemli olan yerkürede küresel anlamda bu araçların insaniyet ve canlılık alemi yararına kamu faydasına kullanılmasına yönelik iradelerdir niyetlerdir kararlardır kısaca..Dünya nüfusunun tramamını içerecek şekilde biz yaşayanlar ve gelecek nesiller Süper Organizmanın ,kendine has biricik parçalarıyız hepimiz ,küresel olarak hepimiz birbirimize bağlıyız. Direk ya da endirek birimizi olumsuz etkileyen faktörün diğerini olumlu etkiliyor görünse de bunun böyle olmadığını kavrayabilmek bütün makroiktisadi bilgilerin de önünde bir içgörü ve felsefeyi beraberinde getirir. Bunun da kavranması umudu ile... Esenlikli dinç ,zinde ve verimli güzel bir hafta olsun hepimiz için .