Uzun zamandır stadyumda, sokakta, restoranda, hastanede… Öfkenin şiddet eylemi olarak kan dökmesine neredeyse her yerde rastlıyoruz. Trafikte arabadan inip içinde çoluk çocuğun olduğu diğer araca saldıran mı istersiniz, sokakta niye yan baktın diye küfür kıyamet karşısındakine dalan mı..
Seç, beğen, al..
Televizyonlarda sık sık bu konuda haberler arttıkça ben de bir iki satır karalayayım dedim ama ahkam kesmektense uzatmadan bir psikolog arkadaşımla konuştum.
Öncelikle şöyle bir değerlendirmeyle başladı sorularımı yanıtlamaya: “Öfke çok önemli bir konu. Bir kültürün en önemli yansımalarındandır. Ne yazık ki giderek öfke kontrolü konusunda sıkıntılı bir kültür olma yolunda ilerliyoruz.”
Öfkeyi de şu şekilde özetledi :
“Öfke temel, evrensel duygulardan biri. Başka bir duygunun yansımasıdır genellikle, ikincil duygu da diyebiliriz. Yani altında incinme, kırılma gibi başka duygular yatar. Öfkelendiğimizde vücuttaki değişim, diğer duygulardan farklı olur. Beyin adrenalin ve noradrenalin hormonları daha fazla üretilir. Kalp daha hızlı atar, başta bir basınç olur, vücut ısısı yükselir, terleme başlar. Bu baskı kontrol edilemeyen davranışlara neden olur.”
Öncelikle her toplumda öfkeye neden olan konular farklı olabiliyor. Nelere aşırı öfkeleneceğimizi de yine kültürümüz belirliyor. Bunun da psikolojide iki belirleyicisi var: Özdeşim ve özdeşleşme.
Psikolog arkadaşım şöyle açıklıyor bu durumları:
"Birincisinde, bizi büyüten anne-babanın hayata verdiği tepkilerle özdeşizdir. Onlar hayatla nasıl başa çıkıyorsa biz de öyle yaparız. Ergenken bunu yanlış bulur, “Asla annem gibi olmayacağım” deriz ama yaşımız ilerledikçe onlar gibi olduğumuzu kabul ederiz.
Özdeşleşme ise rol modellerimizden topladığımız küçük davranışlarla kendimize kurguladığımız bir davranış modelidir. Bizi etkileyen öğretmen, ünlü bir sanatçı vs gibi insanlardan küçük küçük şeyler alıp benliğinize katarsınız"
Peki sosyal medya, öfke patlamalarının sorumlusu mu? şeklinde sorumu ise şu şekilde yanıtlıyor :
“Tam olarak suçu ona atmak mümkün değil. Denge kurmak gerekiyor. Sağlıklı, köklü, anlaşıldığımızı hissettiğimiz ilişkilere ihtiyacımız var. Anlamlı ilişki dağarcığımız giderek zayıflıyor. Sosyal medyadaki linç de bir öfke yansıması. Bu nedenle önleyici çalışmalar gerekiyor. Ruhsal tedavi merkezlerinin daha erişilebilir hale gelmesi gerekiyor.”
Psikolog arkadaşım, öfke kontrolü için yapılabilecekleri de şöyle sıralandırıyor:
"Davranışa geçmeden önce mola ver. Düşün. Tepkinin ne olacağına karar vermek için bu molayı kullan.
Seni neyin kızdırdığını iyi düşün. Bunu karşı tarafa en iyi nasıl ifade edebileceğine karar ver. Eğer bunu yapmazsan, üstünü örter, sonra yeniden ilişkine normalmiş gibi devam ederken çok daha büyük öfke patlamaları yaşayabilirsin.
Eğer karşındaki kişi mola vermiyorsa, onu yalnız bırakıp mecburen mola vermesine sebep ol. Telefonla konuş, başka bir şeye yönel ve ondan uzaklaş. Bunun yerine ona kurallarınızı sıralarsanız, yapması gerekenleri söylerseniz bu hata olur.
Beynin doğru düşünme yeteneği için spor, müzik, resim gibi sizi mutlu eden uğraşlara yönelin. “Kafayı dağıtmak” öfke kontrolünde önemli bir yardımcıdır. Yürüyüşe çıkın, bir kahve için, alakasız bir işle uğraşın. Mizah duygunuzu güçlendirin.
Öfke, affetme duygusunu baskılar. Bütün olumlu duyguları baskıladığı gibi affetmemizi de engeller. Affetmeye odaklanın"
Arkadaşımın söyledikleri bu kadar. Fazla zamanını da almak istemedim. anlayan anlamıştır zaten.
O zaman yazımızı Siddhartha Gautama'nın ya da toplum içinde bilinen adıyla budizmin kurucusu Buda'nın bir sözüyle bitirelim:
"Öfkelenmek, birine fırlatmak için eline kor kömür almak gibidir, kendini yakarsın.''
Nota ve Tınıyla...
macit.soydan@gmail.com