Çankaya'daki Gazi Mustafa Kemal'in sofrasındayız.
Vakit gece yarısını epeyce geçmiş. Atatürk'ün neşeli bir gecesi. Sofrada on kişiyiz. Meclisin havasından bunalmış bir halleri var. Galiba rahmetli Nuri Conker'le, yine kumandanlık mevzuu üzerinde şakalaşırken, söz tarihteki büyük kumandanlara intikal etti ve davetlilerden birinin 30 Ağustos zaferini ileri sürmesi üzerine, Gazi, bir an durarak ve sanki bütün o hadiseyi kesif bir halde yaşayarak, birden, zaferi hikâyeye girişti.
Gerçi:
- Size zaferi anlatayım...
Dememişti.
Konuşma, döne dolaşa o bahse intikal edince, Atatürk,birdenbire, sözün getirdiği her hangi bir mevzudan bahseder gibi, 30 Ağustos zaferini de öyle alelâde bir hadise gibi anlatmaktaydı:
- Mecliste ve halkta düşmanı Anadolu'dan söküp atmak hususunda artık şiddetli bir sabırsızlık göze çarpıyordu. Vatan toprakları üzerinde istilâ ordularının zülmüne, tahakkümüne milletin tahümmülü kalmamıştı.
Bununla beraber acele etmiyordum. Her ihtimali hesaba katarak, hiçbir noktayı tesadüfe bırakmayacak şekilde hazırlanıyordum. Tertiplerimizi tamamladıktan sonra ilk tedbir olarak Anadolu ile hariç arasındaki seyrüsefer kesildi ve muhabere vasıtaları sıkı bir kontrol altına alındı. En küçük bir haberin dışarıya sızmamasına gayret ediliyordu.
İçeride ne yaptığımızı dışarının bilmemesi, öğrenememesi lâzımdı.
Cephe boyuna yığılmış orduları, gece yürüyüşleriyle, muayyen bir noktaya teksife uğraşıyorduk. Günlerce süren harekât - düşman farkına varmaksızın - muvaffakiyetle başarıldı. Bir çok noktalarda düşmanın karşısı büyük mikyasta boşaltılmış, boşaltılan kuvvetlerin hepsi düşmana çok üstün bir silâh kudreti halinde onun canevine doğru istikamet almıştı.
Bir taraftan ordular bütün ağırlıklarıyla yer değiştirirken, ben, daima,
Ankara'da, Çankaya'da idim.
Taarruzdan bir hafta kadar evvel, düşmanı büsbütün gafil avlamak için, Anadolu Ajansı ile, ecnebi mümessillere Çankaya'da bir çay ziyafeti vereceğimi ilân ettirdim ve bu haberi dışarıya aksettirdim. Maksadım, Ankara'dan cepheye hareketimi gizlemekti. Bu suretle, herkes beni Ankara'da ecenebi mümessillere çay ziyafeti veriyor zannederken, yaverlerimi yanıma aldım ve Ağustosun yirmisinde Ankara'dan cepheye hareket ettim...''
Atatürk bu başlangıçtan sonra bize cepheye varışını, Fevzi ve İsmet paşalarla görüşerek askerî vaziyetin artık taarruza müsait kıvama geldiğini müşahededen sonra taarruz tarihini kararlaştırışını, son talimatın verilişini ve 26 Ağustos şafak vakti taarruz emriyle beraber nasıl hücuma geçildiğini, şimdi tamamen hatırladığım bir çok tafsilâtla, eşsiz bir destan gibi anlatıyordu.
O gece, Çankaya'da, sofrada, bir edebî teşbih olsun diye söylemiyorum, gerçekten tarih dile gelmişti. Gazi, zaferin elde edileceğine daha ilk taarruz gününün akşamı hükmettiğini ve bir kere bu hükme vardıktan sonra müteâkib harekâtı hep düşmanın büyük kısımını imha etmek maksadına göre sevk ve idare ettiğini söylüyordu.
Koca Çimentepe'den harekâtı takip eden Gazi Mustafa Kemal'in, gözleri önünde cereyan eden ve kendisinin de dehşetini tasdik ettiği tablo şuydu:
- Düşman dört taraftan sarılmış, evvelâ top ateşi altında ezildikten sonra süngü hücumlarıyla bütün mevcudunu Anadolu toprağına gömer vaziyet gösteriyordu. Bu müthiş manzarayı gördükten sonra, mecbur edildiğimiz bu harbin düşman için ne korkunç bir cehennem halini almış olduğuna hiç şüphem kalmadı. Bu vaziyet karşısında tereddüt etmedim ve ordularıma Akdeniz’e yürüyün emrini verdim"
"ZAFER ELDE EDİLMİŞTİ!''
*** "Ali Naci Karacan'ın bir Hatırası" - Gazeteci ve Yazar - Milliyet Gazetesi Kurucusu...
Nota ve Tınıyla...
macit.soydan@gmail.com