Dame Ninette de Valois...
Bugünkü yazımda bazı kesimler tarafından benimsenmeyen ancak bir başka kesim tarafından da sanat olarak değerlendirilen "Bale"den bahsetmek istiyorum sizlere.
"Bir disiplin sanatı" olarak nitelendirebileceğimiz "Bale", her zaman sevgiyle, zarafetle, estetikle ve düşünsellikle bütünleşen bir yolculuğun başlangıcıdır. Özellikle bu disiplini disiplini ve düzenini küçük yaşta hayatınıza dahil ederseniz planlı çalışmayı kolayca öğrenebilirsiniz.
Genelde baleye en ideal başlangıç 6-8 yaş arasıdır. “Ağaç yaşken eğilir “sözünden yola çıkarak çocuğun anatomik gelişiminin üstünde bir eğitim anlayışını benimsemek imkansızdır. Her şeyin bir zamanı, her adımın ve hareketin çocuğun bedensel gelişimine göre verilmesi gereken bir sırası vardır.
Bale yetenekle birlikte ciddi bir disiplin ve tutkulu bir sevgi gerektirir. Büyük bir sabır ve özveri ister. Vücudun anatomik yapısının baleye elverişli olması da çalışma ile birleşince çok iyi dansçılar yetişir. Herkesin anatomik yapı özellikleri birbirinden farklıdır.
Bugün balenin büyük bir izleyici kitlesi olduğunu düşünüyorum. Opera-bale temsillerinde biletler hemen tükeniyor. Bu ülkemiz için son derece sevindirici bir durum. Çünkü Atatürk’ün dediği gibi; “Sanatsız kalmış bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Dışarıdan bakıldığında belki kolay olarak düşünülen bale sanatı, aslında büyük bir özveri gerektiriyor. Nasırlı parmaklarının verdiği acıyı umursamadan "point" olarak adlandırılan özel ayakkabılar üzerinde saatlerce parmak ucunda dans eden sanatçılar, sahnede görünenin aksine perde arkasında zorlu antrenmanlar ve sadece mesleklerini değil, tüm yaşamlarını da etkileyebilecek ciddi sakatlanma riskleriyle her an karşı karşıya kalıyor.
Bale denilince her şey Ankara’da başlıyor, Türkiye Cumhuriyeti ve günümüz Türkiye’si burada kuruluyor. Memurların ve öğrencilerin şehri Ankara. Dans da ne şanstır ki, başkentte Ankara Devlet Konservatuvarı adı altında kurumsallaşıyor. Sonra bir opera binası kuruluyor ve oradaki sahneyle profesyonel hayata geçiliyor. Gerçekten dansın kuruluş süreci ile devletin kuruluşu aynı şehre düşüyor. Bu yüzden dansın memuriyetidir Ankara… Dansa dair eleştiri yapmak aynı zamanda Ankara’yı eleştirmektir.
Şimdi biraz filmi geriye saralım ve Bale'nin Türkiye'ye nasıl girdiğinin hikayesine bakalım.
Dünya bale tarihinin en önemli isimlerinden birisi olan İrlanda doğumlu İngiliz sanatçı Dame Ninette de Valois, 20. yüzyılın en önde gelen bale topluluklarından İngiliz Kraliyet Balesi'nin kurucusu ve aynı zamanda da 1940'larda Türkiye'e gelerek Türk balesinin de kuruluşuna en büyük katkıyı sağlamıştır.
1898'de İrlanda’da dünyaya gelen, asıl adı Edris Stannus olan ve ailesinin, 1905’te İngiltere’ye taşınmasıyla 10 yaşında iken bale derslerine, 13 yaşında profesyonel bale eğitimi almaya başlayan ve bu dönemde adını “Ninette de Valois” olarak değiştiren sanatçının bana göre olağanüstü geçen yıllarını ve büyük başarılarını yazmaya kalkarsanız sayfalar yetmez.
Ben yukarıda da belirttiğim gibi sanatçının Türkiye macerasına kısaca değinmek istiyorum.
Sanatçı, 1947’de Türkiye'den aldığı davet üzerine bu genç devletin ilk resmi bale okulunu İstanbul'da, Yeşilköy'deki Pansiyonlu İlkokulu'nda kurmuş ve 3 yıl sonra da 1950 yılında 1 Ekim tarihinde Ankara'ya taşınan okul, Ankara Devlet Konservatuvarı'na bağlı bir bölüm olmuştur.
Türkiye’de “Madam” olarak tanınan De Valois, uzun yıllar boyunca Türk balesinden ilgisini eksik etmemiş, Beatrice Appleyard Fenmen, Molly Lake, Travis Kemp, Joy Newton, Audrey Knight, Lorna Mossfort, Brenda Averty İrina Hudova Ailne Philips, Dudley Tomlinson, Richard Glasstone, Alfred Rodrigues ve diğer birçok asistan, eğitmen, koreograf ve hocaları Ankara'ya göndererek Türk dansçıların iyi bir eğitim görmesini sağlamıştır.
Onlara Kraliyet Balesi'’nde staj, çalışma ve burs olanakları yaratan sanatçı, Ankara Devlet Balesi'nde Hovardanın Sonu, Satranç 'gibi baleleri sahnelemiş, bir Türk köyünün yaşantısını canlandıran Çeşmebaşı balesini Türk folklorundan yararlanarak bizzat kendisi yaratmıştır.
Türk balesine katkıları 1967'de devrin Cumhurbaşkanı tarafından sunulan “Teşekkür Plaketi”, 1972'’de Kültür Bakanlığı tarafından verilen “Devlet Kültür Nişanı” ile ödüllendirilen sanatçıya, ayrıca 1986'da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı da Fahri Profesörlük Beratı vermiş; Ocak 1998'de Türk balesinin 50.nci ve kendisinin de 100. yaşı nedeniyle kendisine adına "Türkiye Cumhuriyeti Liyakat Nişanı" takdim edilmiştir.
Vefatından sonra ilk tohumlarını attığı bale sanatında Türkiye'de birçok sanatçı yetişmiş ve uluslararası başarılara imza atmışlardır. Bu isimlerden bazıları şöyledir;
"Alev Baymur, Almila Ada, Zerrin Arbaş, Duygu Aykal, Batur Büklü, Sanem Çelik, Barış Dilaver, Engin Akaoğlu, Fahrettin Güven, Gülcan Tunççekiç, Kerem Kuraner, Mazlum Çimen, Mehmet Balkan, Meriç Sümen, Merih Çimenciler, Nazlı Deniz Kuruoğlu, Nezihe Becerikli, Özge Ulusoy, Pıtırcık Akerman, Rezzan Ürey, Sait Sökmen,Tan Sağtürk, Tanju Tüzer, Tayfun Sav,Ümran Ürey, Yıldız Alpar..."
Peki, Türkiye’nin ilk balerini ve baleti kimler derseniz o isimlerden de kısa bir bilgi vermek isterim.
Meriç Sümen, ayrıca Bolşoy Balesinin İlk Yabancı Prima Balerini!
Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden mezun olan Meriç Sümen, ilk olarak Sofya Devlet Balesi’nde rol almaya başlamış, 1972 yılından itibaren Moskova Bolşoy Balesi’nde dört defa rol almış ve en son 1982 yılında prima balerin olarak sahneye çıkmıştır. Bunun dışında Leningrad, Kiev, Minsk, Riga, Odessa gibi Sovyet kentlerinin yanı sıra Danimarka’dan Polonya’ya Japonya’dan İngiltere’ye kadar dünyanın farklı bale sahnelerinde dans eden ve Devlet sanatçısı ünvanına da sahip olan Türkiye’nin ilk balerini, 62 yaşında emekli olmuştur.
Engin Akaoğlu – Geleceğin Dansçılarını Yetiştiren İsim
Meriç Sümen’le aynı yıllarda Ankara Devlet Opera ve Balesi’nden mezun olan Türkiye’nin ilk baleti Engin Akaoğlu, okulun da kurucularından olan Dame Ninette de Valois’in davetiyle İngiliz Kraliyet Bale Akademisi’nde bale eğitmenliği eğitimi almış ve ardından ülkemize dönerek geleceğin dansçılarını yetiştiren en önemli isimlerden biri haline gelmiştir.
Zerafet, incelik, güzellik nitelikleriyle donanmış, müzik ya da başka ritmik sesler eşliğinde, bir öykü anlatmak amacıyla ve/veya insani duyguları, temaları ya da düşünceleri iletmek ya da ifade etmenin yanısıra mim, kostüm, dekor ve ışıkların yardımıyla hazırlanmış görsel bir şölen olarak şahsi olarak nitelendirebileceğim bir bale gösterisini eğer daha önce izlemediyseniz mutlaka bir kez gidin derim...