"Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?"
Varlıklı ailelerden gelme iki kişi olmanın dışında biri dünyanın sayılı, ülkenin en iyi şairi Nazım Hikmet Ran öteki ülkenin en iyi ressamı Abidin Dino. Bu iki sanatcı işçi sınıfının, yoksul halk kitlelerinin durumunu hep kendilerine dert edindiler.
Yapıtları ve yaşama bakışlarıyla ezilen ve sömürülenlerden yana taraf tutup ömürlerinin bir kısmını hapishanelerde, işkence tezgahlarında ve sürgünde geçirdiler.
Yıl 1961... Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran ve çok sevdiği eşi Vera, Paris’te bir otel odasında kaldıkları günlerden bir gün Nazım Hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış o sırada uyuyan eşi Vera’ya “Saman Sarısı” adlı, Varşova, Krakof, Prag, Moskova, Paris, Havana ve tekrar Moskova olmak üzere toplam altı şehirde bulunduğu süre içinde yazdığı uzun şiirin bir bölümünü daha bitirmeye çalışıyor.
Bu arada Abidin ile birlikte, otel odalarının penceresinden Sen ırmağını gören çatı katındaki pencerelerinin başında oturmuşlardır. Şiirdeki; “Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor.” mısrasından Abidin'in de bir yandan bir şeyler çizdiğini anlıyoruz.
Abidin Dino’nun yaptığı resimlere hayranlığını; “Yüz elliye altmışın meydanlığında suda balıkları nasıl görüp suda balıkları nasıl avlayabilirsem / öyle görüp öyle avlayabilirim kıvıl kıvıl akan vakıtları tuvalinde Abidin’in” diyerek belirten Nazım, eşine ithafen yazdığı “Saman Sarısı” adlı şiirinin içinde yukarıda da belirttiğim gibi Abidin Dino’ya da çağrılarda bulunmaktadır.
"Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
işin kolayına kaçmadan ama,
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil,
ne de ak örtüde elmaların,
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini,
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?,
1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?,
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm,
ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?"...
Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram. O mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. Yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle…
Mutluluğun Resmi,
Kokusu buram buram tüten,
Limanda simit satan çocuklar,
Martıların telaşı bambaşka,
İşçiler gözler yolunu.
***
İnebilseydin o vapurdan,
Ayağında Varna'nın tozu,
Yüreğinde ince bir sızı.
***
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan,
hasretle kucaklayabilseydim,
seninle, bir daha.
***
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi,
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini.
***
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır,
Bahriyeli adımlarla düşüp yola,
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere,
Ve bir acı kahvemi içseydin.
***
Anlatsaydık,
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler…
***
Dinerdi tüm acılar seninle,
Bir düş olurdu ayrılığımız,
anılarda kalan.
***
Ve dolaşsaydık Türkiye'yi,
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
***
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini,
Buna da ne tual yeterdi;
ne boya…
Memleket özlemiyle yanıp tutuşan Nazım, inemedi o vapurdan.
Bağrına basamadı Dino bir daha, yüzlerce kez daha şairin sesini.
Ve dolaşamadılar Türkiye’yi bir baştan bir başa.
Sürgün kentler cehennem, yattıkları yerler hala cezaevi.
Nazım hasta yatağında sayıklayarak ölürken memleketinin ismini, Nazım’ın hasretiyle yaşayan Dino neylesin, yapamadı mutluluğun resmini…
Nota ve Tınıyla...
macit.soydan@gmail.com