‘Yapma kızım, ne olur yapma’ diyordu Çağla…
Beş buçuk yaşındaydı Büşra…
Daha üç aylıkken br gece vakti, normalden çok daha fazla ağlamaya başlamış, nefes alıp vermesi değişmişti…
Hemen biricik eşi Tuna’yı uyandırdı ve doğruca hastaneye gittiler…
Tetkik üstüne tetkik yapıldı, minicik yüreğinin kaldıramayacağı kadar fazla tetkik…
Dokunmaya kıyılamayacak koluna iğne üstüne iğne, damar yolu filan; ara ara da nefes alıp vermesine yardımcı olsun diye, bakmaya kıyamayacağnız yüzünü komple kapatan bir maske taktılar..
*********
Çağla, ilk uykusuz üç gününü o zaman yaşayacaktı…
Gece evde ağlayıp da, yatağından beşiğine gitmesinden çok daha farklıydı bu uykusuzluk hali…
Beş buçuk yıl da ara ara aynı hali yaşayacağına ihtimal vermiyordu…
Üstelik bir bebeği daha olmuştu bu sürede…
Bebektir, çocuktur; o da ara ara hastalanacaktı haliyle…
*********
‘Yapma Büşra’m, yapma, kardeşin Şeyma’yı düşün, beni düşün, ne olur yapma…’
Oysa Büşra, daha üç aylıkken konumluk kronik bronşit hastalığının bir neticesi olarak, kimbilir kaçıncı kez krize girmişti…
Ama işte annelik, babalık böyle bir şeydi…
Yani anne olmak, baba olmak; insanık yaratıldığından bu yana, iki karşı cinsin, bir araya gelerek; metabolik olarak üreme faaliyetini ortaya koyması durumu değildi, olamazdı…
Zira hele de annelik, karşılık beklemeden icra edilen yegane kutsal vazifeydi…
*********
Annelik, yaşayarak öğrenilen bir ulvi durumdu…
Annelik bir hormondur…
O hormon, bir kadın anne olacağını yain hamile olduğunu öğrendiği anda salgılanmaya başlar ve o kadın ölene dek salgılanır o hormon…
‘Fedakarlık’ genetik kodlamalı, dünyanın en kutsal hormonu…
*********
Annelik, yaşayarak öğrenilir; spontane gelişir her şey, birçok şeyi bilmeden yaparsın, bilmeden biinçlenirsin…
*********
Meşhur hikayedir; aşık bir gence sevgilisi, ‘Bana aşkını ispat etmek istiyorsan, git annenin kalbini çıkar, bir saatte getir’ der, aşktan gözü kör olan genç gider ve annesinin kalbini çıkartıp koşarak sevdiğinin yanına gitmek ister. Ama yolda ayağı takılıp düşer, o anda kalpten bir ses gelir, ‘Yavrum, bir yerin acıdı mı?’…
Annelik, fedakarlıktır, uykusuzluktur, göz ağrısıdır, kalp ağrısıdır; annelik başka bir şeydir…
*********
Annem de anneydi, annesinin kızıydı; ben de anneyim, kızım da anne, muhtemelen torunlarım da anne olacak; dünya varolduğundan bu yana olduğu ve bundan sonra da dünya varolduğundan bu yana olacağı gibi…
Anne-baba isen, önünü arkasını düşünmeden anne olmuşsundur, baba olmuşsundur; elbette sevdikleinden de destek istersin, yanında olmalarını istersin, ama aslında kimseye güvenmeden kendi kendine annesindir, kendi kendine babasındır; zira evladın senin evladındır...
*********
Hiç unutmam, ilk göz ağrım biricik kızım hastaydı, çok hastaydı; için için ağlıyordum...
Annem, onun da ana yüreği var ya; dedi ki; 'Ben yanarım yavruma, yavrum yanar yavrusuna...'
Hayat dersi gibiydi adeta...

Hazır olun, hazır olsunlar; doğum sancısı ile başlayacak her şey, ağlaması ile, hastalığı ile, ilk eğitimi ile, ilk okul deneymi ile, ilk ergenliği ile, ilk aşkı ile, hatta hayat kurması ile, ölene dek zorlu bir süreç sizi bekliyor…
*********
Yavuz Bahadır’ın ‘Fedakar Annem’ kitabını tanıtmak istiyorum size bugün, yaşanmış, yaşadığım ya da yaşadığnız birçok olayın da gölgesinde…
*********
Kitabın hikayesi, yurakıda da anlattığım hikayenin benzeri…
Zaten bu hikayelerde, kahramanların adı değişir sadece ama ana başlık hep, ‘Anne’dir, ‘Baba’dır…
*********
Bir evladı karnında taşımak bile ne yüce bir vazifeyken, hele de bunun tüm gereklerini iyi kötü yerine getiremk…
Tüm annelere bu kutsal vazifeden dolayı helal olsun…
*********
Unutmayın, annelik uykusuz kalarak, annelik ağlarken güldürerek öğrenilir…
*********
Görüşmek ve okunmak dileğiyle…