Pazar günkü nostalji köşemde Ankara'nın "Mingacı" denilen seyyar köftecilerinden bahsetmiştim.
Bu kez de daha önce de belirttiğim gibi Ankara'nın Babıali'si olarak bilinen Rüzgarlı sokak'ta bulunan gazetelerde çalışan gazeteci abilerimizden biraz söz etmek isterim.
Malumunuz o dönemler gazetelerin Ankara büroları, şimdiki gibi şehir merkezi'nde veya lüks villa tarzı mekanlarda değil, bir ya da iki katlı binalarda olurdu. Bu büroların neredeyse tamamı da Rüzgarlı sokakta bulunuyordu. Malum gazeteci maaşları şimdiki gibi astronomik değil. Kıt kanaat geçiniyorlar, bazen kafa çekmek için ya sokakta bulunan birahanelere, ya da Gençlik parkı içindeki içkili gazinolara gidiyorlardı.
Bir veya iki gece takılınca da tüm maaşı yatırıp ertesi gün muhasebenin önünde sıralanıp bir sonraki aydan avans çekiyorlardı. Yaşamış gibi anlattığıma bakmayın. O günlere yetişemedim ama tamamı Rüzgarlı'dan geçen çok kulağı kesik gazeteci abimden dinledim bunları.
Neyse, kimi de belediyeden habersiz sokak köftecilerinin taburelerine oturup çaktırmadan köftecinin gizli sattığı içkileri içiyorlardı. E diğerlerine göre daha ucuz tabii. Ne yapsınlar ? :))
İşte bugün de onlarla ilgili gazeteci Mehmed Kemal'in "Politika Ötesi" isimli köşesinde yazdıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yıl tabii yine bildiğiniz gibi 1973... Hangi ay derseniz piizlenmek (demlenmek) için fark eder mi onlara...
Mingacı...
Barış'ın, bizim gazetenin tam karşısında bir sokak uzanıyor ya, orası yoktu; yıkıntılı, duvarımsı bir yerdi.
Hava kararmaya yüz tuttu mu, Mingacı Hakkı tezgahını oraya kurardı. Karayağız, uzunca boylu, şivesi Orta Anadolu'ca çalan bîr delikanlı... Köfte yapardı Mingacı Hakkı... Bir sokak köftecisi... Köftelere minga dediği için kendi adı da Mingacı kaldı.. Soyadını bilmiyorum, Mingacı Hakkı dendi mi herkes tanırdı.
Mangalını kor, kömürünü yakar, camekanda dizi dizi köfteler... Maşayı çevirir, kızartır, ekmeğin içine doldurur, biraz da soğan, içini yağlar uzatır.
«Hakkı şurdan yap bir minga..»
«Başüstüne ağabey...»
Gazetecilik, şimdilerde olduğu gibi banka memurluğuna benzemezdi. Akşam oldu mu, giy şapkanı git..
Nerde!.. İşe, bir kez şimdi işten çıkıldığı saatle gelinirdi. Son haberler alınır, ajansın servisi biter, baskıya ondan sonra geçilirdi. Ulus'ta Nihat Subaşı ile Haluk Tuncalı çalışırdı. Cemal Ağabey, mahkemelik yazı işleri müdürüydü. Arif Avcı baş düzeltmen. İşler bitmeye yakın telefonlar çalışırdı.
«Alo!..»
«Buyur Nihatçığım.»
«Bizimki tamam, sen nasılsın?»
«Adnan Beyin bir konuşması var, sonuna alıyorum.»
«Ne zaman çıkarsın?»
«Bir yarım saate kadar.»
«Yarım saat sonra tamam mı?
«Tamam.»
«Öyleyse mingacıya gel...»
Soluğu Mingacı Hakkı'da alırdık. Hakkı geleceğimiz saati bilirdi. Tam barların dağılma vakti. Sarhoşlar, işten dönen gececiler, polisler, bekçiler mingacının çevresinde toplanırlardı.
Hakkı temanna ile karşılardı.
«Buyrun ağabeyler...»
«Buyurduk Hakkı...»
«Güzel bifteğim var.»
«Sen hele önce minga ver.»
«Yanında, hafif mi, orta mı, ağır mı olsun?»
«Ağır minga ver.»
«Su katmak yok ağabeyler. Bugün aynasızlar fena dolaşıyor.»
«Su katmayız.»
«Oldu.»
Hafif minga dediği biraydı. Orta minga çubuk şarabı. Ağır mingaysa rakıydı. Yeni Rakı.. İş sonu hem demlenir, hem karnımızı doyururduk. Köfteyi mangalın üstünden alırdık. Her yuduma bir köfte... Hakkı saymazdı, biz sayardık. Nihat Subaşı şarapçıydı. Fransızca bildiği için, kendini Fransızlara göre ayarlardı. Onlar şarap içtikleri için Nihat da şarap içerdi. Haluk, Arif, ben rakıcıydık. Fincanlarda rakı içer, testiden maşrabayı doldurur, suyla ayarlardık.
Barcılar gelir, giderlerdi. Bardaki kadınların da gece sonu yiyecekleri mülgaydı. Görevli polislerin de... Bekçilerin de... Ulus muhalefet gazetesiydi. Artık, eski zart zurtu yoktu... Nerde Mümtaz Faik'in, Samih Tiryakioğlu'nun yazı müdürlüğü ettiği dönemler!... Samih, İstanbul'da büyük gazeteye geçmiş, Mümtaz soluğu Zafer'de almıştı. Ulus eski bir konağa dönmüştü. Falih Bey bile İstanbul'a göçmüştü. Nihat Erim'in muhalefeti ile gazete ayakta duruyordu.
«Hakkı hesap...» derdik.
«Kaç köfte?..»
Sayısını söylerdik.
«Ağır minga bir büyük.. Orta minga bir şişe.... Biftek yedi mi Nihat Ağabeyim?...»
Nihat şarap içiyor,
«Yedim...» derdi.
Şimdi size sayısı gülünç gelecek bir hesap öderdik.
Mingacı da geceleri eyleşmek, gazetedeki görevimiz gibi bir şeydi, öyle ya, gece yarısı eve gel, hanımı uyandır, yemek çıkartsın..., Mümkün mü? Bir gün değil, iki gün değil, koca bir ömür... Kahrımızı Hakkı çekerdi.
Bir kış gecesi işittik kî, Hakkı mingaların başında uyuya kalmış, donmuş. Hemen hastaneye kaldırmışlar. Zorun zor kurtarmışlar. Ne ayazları vardı Ankara'nın, artık olmuyor. İnsanı bıçak gibi ikiye bölerdi. Ayazda da mînga yiyemezdik ya.
.
Öyle gecelerde, garsonlar sendikasının lokaline giderdik. Hacı Bayram'ın aralarında, sokak içinde bir yer. Orayı İsmail Aras kurmuştu. Garsonlar gece işten çıktıktan sonra gelir, hem çimlenirler, hem kumar oynarlardı. Biz de bir iki kadeh içer, karnımızı doyururduk. Ayazlarda Mingacı Hakkı'nın semtine uğramazdık. Gönül koyardı ama, donma gönül işi değildi.
Birden besleme gazeteler dönemi başladı. Ankara'da bir iki gazete varken, sayısı beşe, ona çıktı. Onlarda çalışanlar da bize katıldılar. Nihat'tan, Ariften, Haluk'tan kurulu ekibimize girdiler. İki de Ajans kurulmuştu. Buralarda çalışan. Çetin, Fethi, Cüneyt de bize katılmışlardı. Kürt Nusret, arada bir paralanır bizi bara götürürdü. Havalar ısınmaya yüz tuttu mu, yeniden mingacıda alırdık soluğu... Mingacı bir iken, birkaç tane olmuştu. Rüzgârlı sokağın başı sonu, mingacı doluydu.
Mingacı Hakkı'nın başına bir iş geldi, hapse girdi. Hakkı gitti ama, ünü kaldı.. Köftenin adına herkes minga diyordu. Minga aşağı, minga yukarı...
Geçenlerde bir gece oralardan geçtim. Mingacılar vardı. Tekerlekli arabalar yapmışlar, bol ışıklı camekanlar düzmüşler, çeşitleri çoğaltmışlar... Fakat eski müşteriler yoktu. Lüks arabalar yanaşıyor, şık hanımlar, şık beyler minga alıyorlardı. Mingacının önünde yemiyorlar, arabanın içinde karınlarını doyuruyorlardı. Mingacının ilk müşterileri bizler darmadağın olmuştuk. Herbirîmiz bir yerlere dağılmıştık. Anılar gözlerimin önünden geçti. Ulus gitmiş, yerine Barış gelmişti... Mingacı Hakkı kimbilir nerelerdeydi?
NOT : Araştırmacı - Yazar Metin Turhan Arşivi'nden alınmıştır.
Nota ve Tınıyla..
macit.soydan@gmail.com