Yok olan mesleklerden biri daha: Ayakkabı boyacılığı...
Yıllar, yıllar önce şehir merkezlerinde hemen her köşe başında görmeye alıştığımız ayakkabı boyacıları artık pek yok. Bir yandan hazır boyaların çıkması, diğer yandan ekonomik kriz, bir mesleğin daha sonunu getirmek üzere. Sayıları giderek azalan ayakkabı boyacıları hem çalışma koşullarından, hem de yeterli kazanç elde edememekten dertli.
Toplum ve şehir yapılarının değişmesiyle, önceden rağbet gören bazı mesleklere günümüzde ilgi azalıyor. Eskiden şehir sokaklarında sıkça rastlanılan ayakkabı boyacılarıyla artık sadece belli yerlerde ve daha az karşılaşıyoruz.
Bugün sorsanız çoğunluğu ayakkabı boyacılığı mesleğinin bitme aşamasına geldiğini, ayakkabı boyamanın eskisi kadar önemsenmediğini ve yeterli kazanç elde edilemediğini söyler. Kimi de, artık hemen her markette bulunabilen hazır boyalar nedeniyle boyacılığın bitme aşamasına geldiğine dikkat çeker.
Peki günümüzden tam 53 sene evvel yani 1972 yılında bu meslek nasıldı ? Kazançlı mı yoksa yine aynı şekilde sıkıntılı mı ?
Dönemin gazetelerinden birinde çıkan "AYAKKABI BOYACILARININ ARASINDA MEMURLAR VAR" başlıklı habere göz atalım isterseniz.
Mekan tabii ki her zamanki gibi Ankara...
"Boyacı var boyacı"
"Boyayalım abi. Parlatalım abi"
Elleri, üstleri, başları kapkara boya olmuş genç adam, ellerindeki ayakkabı fırçalarını sandıklara vurarak gelenin geçenin dikkatini çekmeye çalışıyordu.
Gözleri gelenin geçenin ayaklarındaydı. İşte bir ata sözümüz burada da ters işliyordu. Dost başa, düşman ayağa bakar... diyorlardı ama bunlar kimsenin düşmanı değildiler. Ve ayakkabı boyacılığı ile hayatlarını yürütme ve aç kalmamaya çalışıyorlardı.
"Pis meslek bu" dedi esmer adam, önce ellerine, sonra da üstüne başına baktı.
" Günde bir kalıp sabun gerek bunları temizlemek için"
Elleri, kolları, üstleri, başları boya olmuş bu adamların en büyük sıkıntısı yaptıkları işlerin pis olmasıydı. Bu pis sözcüğünü kendileri bütün konuşmamız boyunca tekrarlayıp durdular.
"Gözüm yağmurda" dedi bir başkası. "Yağmur yağdığı zaman bizim işlerin de bereketi artar."
"Yağmur sonu bizim işlerin bol olduğu saatlerdir. Boyarız allah boyarız."
"Günlük kazancımız 35 - 40 lirayı geçmez." dedi birisi. "Ama yağmur yağarsa bu kazancımız elli lirayı da geçer, altmış lirayı da. Onun için yazın sıcak ve kurak ayları bizim işlerin de kesat dönemidir."
Bir başkası da başka türlü yakınıyordu :
"Kumar işidir bizimkisi hiç kusur etmeyip iyi çalışırsan. Ama müşteri düşmez bir türlü. Sağınızdaki çalışır, solunuzdaki çalışır. Ama sana gelen olmaz. No ondurur bu iş adamı ne de öldürür"
"Düşünün bir kerre" dedi esmer yüzlü adam. "Bir ayakkabıyı 125-150 kuruşa boyarız. Bunları kuruş kuruş toplayacaksınız. Günlük nafakanızı çıkaracaksınız, boya paranızı çıkaracaksınız. Ya yarın için"
Yarın sözcüğü çok korkunçtu onlar için. Evet yarın. Yarın ne olacaklardı ? Hasta olsalar ne olacaklardı. Çalışamaz hale geldiklerinde ne olacaklardı. Ne isçi, ne sebbüstü bunlar, ne sigortaya kayıtlıydılar ne de Bağ-Kur üyesi (!)
Bir yandan pahalanıyordu hayat, bir yandan kullandıkları malzeme pahalanıyordu. Onlar elli kuruştan yüz kuruşa - yüz kuruştan, yüz elli kuruştan artırdıkları paralarla hem yaşayacaklar, hem malzeme alacaklar. Hem de evet hem de neydi, yarınları ne olacaktı. İşte bunlar, işte bu sorunun cevapları yoktu.
Bir küçük kutu boya dört liraya çıkmıştı. Bir küçük cila kutusu dört liraya çıkmıştı. Daha da ne kadar pahalanacağı belli değildi. Ve geçen yıl bu küçücük kutuların fiyatı ikibuçuk liraydı. Yüzde elliye yakın artmıştı kullanacakları malzeme. Ve yüz elli kuruş, ve yüzyirmibeş kuruş alabilmek İçin bazan kolları yorulur, bilekleri katılaşırdı. Ve bir kutu boya ile, bir kutu cila ile ancak 15-20 çift pabuc boyayabiliyorlardı.
Çoğu toprak insanıydı. Doğu Anadolu'dan, Güney Doğu Anadolu'dan gelmişlerdi. Yarıcı, gündelikçi, yanaşma olarak toprak islerinde çalışırlardı. Toprakları olmayan çiftçiydi bunlar. Gün olmuş toprak bunları doyuramaz olmuştu. Traktör gelip atmıştı bunları çalıştıkları topraklardan. Ve şimdi büyük şehir de bir lokma ekmek için bilek sallayıp duruyorlardı. Yarınlarının ne olacağını bilmeden.
Bazılarının boya sandıkları bile yoktu. Onların da ağaları vardı. Sandık ağaları. On, onbeş, boyacı sandığına sahip olanlar vardı. Bunlar günlüğünü üç liraya bu sandıkları kiraya veriyordu. Bir adamın on tane boya sandığı var. Ayda dokuz yüz lira kira getiriyordu bu sandıklar. Buna da şükür diyorlardı. Yalnız, ama yalnız şükretmesini biliyorlardı. Başka bir şey yapmak ellerinden gelmiyordu.
Dernekleri vardı, dernekleri. Bu dernekler, boyacılara, ayakkabı boyama salonları yaptırıyordu. Ve bugün Ankara'nın çeşitli yerlerinde altı ayakkabı boyama salonu açtırmıştı ve bu dernek yaşasın, ve bu dernek daha daha salonlar açsın diyerek ayda beş lira dernek aidatı ödüyorlardı. Onlar ise Ulus Meydanı'ndan ve çevresinden ayrılmak istemiyorlardı. Neden mi ? Bunun sebebini bilmiyorlardı. Kimisinin evi yakındı buralara, kimisi uğur bellemişti, kimisi de kendine pazar biliyordu bu yakaları.
"Belediye" dedim.
Belediye deyimi çoğunun yüzünü buruşturdu.
"Belediye en büyük derdimiz" dedi esmer yüzlüsü.
"Gelirler, sandığımızı yakalarlar ve otuz lira ceza keserler"
"Haklı belediye" dedi sarı yüzlüsü.
"Elbette size ceza kesecekler, biz belediyeye onbeş lira işgaliye parası ödüyoruz."
Evet belediyeye onbeş lira işgaliye ödemek gerekti. Bu para ödenmedi mi belediye ile her an koşmaca oynamak kaderlerine yapışık bir şeydi.
"Ama bu memur" dedi bir başkası, iki sandık ötedeki, boyacı arkadaşını göstererek.
"Gerçek mi?" dedim.
Evet memurmuş. Sakladı kimliğini, ama devlet kapısında çalıştığını açık açık söylüyordu. Daha çokmuş Ankara'da memurluk yapan ve memuriyetinin dışında da boyacılık. Hayat bu, kolay değil.
"Peki ne olacak sonrası bu işlerin" En korktukları soru buydu.
"İş olsa, bizi doyurabilecek, yarınlarımızı garanti altına alabileceğimiz bir iş olsa, hemen sandığı atar o işe koşarız."
Ama iş yoktu ülkemizde, bir de belki de onların bile bilmediği bir şey vardı. Batı ülkelerinde, gelişmiş ülkelerde yoktu ne boyacı ne boyacı sandığı. Herkes kendi pabucunu kendi boyuyordu.
Küçük bir oğlan çocuğu. Elinde kendi gibi küçücük bir boya sandığı var. Kendi gibi küçücük isli pisli.
Adını sordum. Çekindi söylemedi. Orta bire gidiyormuş. Türkçe ve İngilizce'den ikmale kalmış. Haftada üç gün ingilizce dersi alıyormuş paralı. Türkçe'ye de kendisi çalışıyormuş. Bir kere belediye yakalamış. 30 lira para cezası vermiş.
İşte ayakkabı boyacılarından bu kadar.
*****
Gördüğünüz gibi aradan geçen bunca seneye rağmen değişen hiçbir şey yok... Çalışma koşulları da aynı, kazançları da...
NOT : Araştırmacı - Yazar Metin Turhan Arşivi'nden alınmıştır...
Nota ve Tınıyla...
macit.soydan@gmail.com
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler casino siteleri
gaziantep escort,alanya escort,gaziantep escort
tesettürlü escort ,fatih escort ,türbanlı escort ,travesti escort ,taksim escort ,beylikdüzü escort ,çapa escort
beylikdüzü escort ,istanbul escort ,beylikdüzü escort ,ataköy escort ,esenyurt escort ,avcılar escort ,bakırköy escort ,esenyurt escort ,esenyurt escort ,avcılar escort ,beylikdüzü escort