"Önce insan sonra gazeteci olun. Çünkü insana sevgi ve saygı duymayan gazeteci olamaz”
Kevin Carter, 13 Eylül 1960 yılında dünyaya geldi.
Güney Afrikalı Pulitzer ödüllü fotoğrafçı ve Bang-Bang Kulübü üyesi.
Fotoğrafçılık kariyerinin büyük bölümünü, bir dönem sıkça adına duyduğumuz Güney Afrika`daki ırkçı Apartheid rejiminde geçirmişti. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yaşanan ırk ayrımcılığını yansıtmayı planlayan, zaman zaman da yaşanan vahşetin paparazzisi olmakla itham edilen Bang-Bang Kulübü'nün öncülerindendi.
27 Temmuz 1994'te Johannesburg'un bir banliyösünde park ettiği kamyonetinin içine egzoz basarak intihar etti. Yanında çevresine yazılmış çok sayıda mektup bulundu.
Peki bu kadar başarılı bir fotoğrafçı olarak bilinen Kevin Carter'ı genç yaşta bu duruma ne sürüklemişti ?
1994 yılında görevli olarak bulunduğu Sudan'da çektiği bir kare olayın başlangıcıydı.
Aynı yıl bu fotoğraf ile Pulitzer ödülü kazanan Kevin Carter`ın deklanşörünün ucunda zayıflıktan ölmek üzere olan siyah küçük bir kız çocuğu ile yakınında tüneyen akbaba görülüyordu.
Tahminlere göre küçük kızın birkaç kilometre ilerideki Birleşmiş Milletler yardım kampına gitmek istediği düşünülüyordu.
Carter, Sudan’da ölümsüzleştirdiği anın Pulitzer ödülü kazanmasının ardından yoğun bir eleştiri yağmuruna tutuldu.
Aynı dönemde bölgeye yakın olan gazeteciler ve fotoğrafçılar bulaşıcı hastalıklar nedeniyle hasta insanlarla temas kurmamaları konusunda sıkıca tembihleniyordu.
Carter da nasihatleri dinlemişti ki anı fotoğrafladıktan sonra akbabayla eş zamanlı olarak olay yerini terk etmişti. Küçük kızın akıbeti her ne kadar meçhul olsa da aslında sonuç tahmin edilebiliyordu. İşte eleştirilerin nedeni de buydu.
Ancak, Carter profesyonel fotoğrafçı olduğunu, yardım görevlisi olmadığını söylerek kendisini savunmuştu.
Yukarıda da değindiğim gibi yalnızca bir kaç kilometre ileride Birleşmiş Milletler’in yardım kampı bulunmaktaydı. Haber verebilir miydi ya da yardım çağırabilir miydi ? Bu soru hep yanıtsız kaldı.
Ödülü aldığı yılın Temmuz ayında doğduğu kent Johannesburg’da sahibi olduğu kamyonette egzoz gazından zehirlenerek ölü olarak bulundu. Cesedi bulanların anlattığına göre aynı zamanda Walkman ile müzik dinlediği belirtiliyor.
Bu ânı fotoğrafladıktan sonra akbaba kaçmış, ancak Carter küçük kıza kampa ulaşması için yardım etmemiş, oradan uzaklaşmıştı.
Savaş ve açlığın bütün acımasızlığıyla hissedildiği bir bölgede, Sudan’da, böylesine vurucu bir ânı görüntüleme fırsatı bulan Carter'ın, zamanı durdurduğu bu anda büyük olasılıkla aklında olan tek şey bu fotoğrafın dünya kamuoyunda yaratacağı tepki ve bunun sonucunda dünya ülkelerinin Sudan’a yönelik yardım girişimlerinde bulunma ihtimaliydi.
O anda, o fotoğrafı gerekli yerlere ulaştırma güdüsü ve bu nedenle de bir an önce bulunduğu yerden ayrılma isteği sadece o ânı yaşayan insanların anlayabileceği bir psikoloji olarak nitelendirildi bazı kesimler tarafından.
Ucunda dünyanın en prestijli ödülü ya da Sudan'a yardım düşüncesi olsa dahi,
Yine de hiçbir fotoğraf bir insanın hayatından önemli değildir...
Ps : Apartheid Rejimi : "Apartheid rejimi Güney Afrika'da 1948 yılından 1994 yılına kadar süregelen zaman diliminde son derece ırkçı bir dönem olup, tüm Afrika kıtasında ırkçılığın resmen en son yıkıldığı anayasal düzenin adıdır"
Nota ve Tınıyla...
macit.soydan@gmail.com