Yaklaşık 13 ya da 14 yıl öncesiydi...
Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi olduğum dönemlerde büromuz Mithatpaşa caddesindeydi ve ben ne zaman haber konusunda sıkıntı çeksem soluğu çok yakınımızda bulunan Büyük Birlik Partisi Genel Merkezi'nde alır ve rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun karşısına "Başkanım şöyle bir gündemi değerlendirelim" diye otururdum.
Yine öyle bir günde jet hızıyla özel kaleme bir selam çakıp, onların "Dur başkan bir görüşme yapıyor" sözlerini duymazdan gelip odaya daldım ki, "başkan patavatsızlığımı bildiği için pek şaşırmadı" ve her zamanki gibi güleryüzle karşıladı, ardından da karşısında oturan konukla tanıştırdı beni.
Aslında önce "Tanıyor musun ?" diye sordu.
Yüzü yabancı gelmiyordu ama biraz gülümseyerek, biraz da mahçup "Başkanım cahilliğime ver ancak çıkaramadım" dedim.
"Abdurrahim Karakoç" dedi.
"Şimdi tanıdın mı ?" diye tekrar sordu.
Tanımaz mıydım ?
Bazı şiirlerini biliyordum ama kendisiyle hiç karşılaşmamıştım.
İçimden "Böyle bir fırsat bulmuşum kaçırır mıyım" diye geçirdim ve Başkan'a dönerek, "Başkanım siyaset kaçmıyor, ben yarın yine gelirim ama üstadı bir daha kimbilir ne zaman görürüm" diyince, gülümsedi ve "siz yan odaya geçin ve sohbet edin. Ben de dışarıda bekleyen konukları alayım" karşılığını verdi.
Özel Kalem'de bekleyen partililer zaten ne zaman ben içeri girsem "Hah geldi yine gazeteci. Kimbilir ne zaman çıkar" diye biraz da kızgın bir ifadeyle beni süzerlerdi ama bu kez onlar için de sürpriz oldu ve başkan hemen kendilerini içeri aldı...
Ben de yan odada üstadla koyu bir sohbete daldım...
E konu tabii ki "Mihriban'"dı...
Peki neydi yıllardır kimsenin dilinden düşürmediği "MİHRİBAN"ın hikayesi...
Üstad'la kısa bir muhabbetin ardından konuyu hemen Mihriban'a getirdim.
Sert mizaçlı ve ketum bir yapısı vardı.
Hafif bir tebessüm etti,
Derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı.
Bana da sizlere aktarmak düşüyor;
Abdürrahim Karakoç üstad gençlik yıllarında bir sevdaya düşmüş ki öyle böyle değil.
Ama karşılık da görmüş. Niyetleri güzel ve mutlu bir yuva kurmakmış ancak kız tarafı bu duruma sürekli olarak "Hayır" diyormuş..Tüm çabalarına rağmen bu güzel sevdadan vazgeçmek zorunda kalmışlar.
Aradan yıllar geçmiş.
Birgün Abdurrahim Karakoç'u bir arkadaşı ziyarete gelmiş ve kendisine yolda, onun eski sevgilisi ile karşılaştığını, biraz sohbet ettiklerini ve hanımefendinin evlenmiş olduğunu söylemiş.. Arkadaşı yanındayken hislerini pek belli etmese de, o gittikten sonra üstad oturmuş ve duygularını dizelere dökmeye başlamış.
Gel zaman, git zaman,
İşte o müthiş güfte aynı zamanda bu toprakların mozaiğini ortaya çıkaran bir gerçekliği de barındırmış içinde. Ülkücü geçmişiyle bilinen Karakoç'un eşsiz dizelerini Mersin'in yörük Alevilerinden olan Musa Eroğlu bestelemiş.
Sonra üstad birden durdu ve ne dedi biliyor musunuz ?
"O aşk, masum bir aşktı. Güzel bir aşktı. Bırakalım öyle kalsın. Ne adı Mihriban, ne saçları sarı..."
***
"Bazıları "Gerçek mi" diyor. Gerçek diyorum. Ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban..."
O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. "Lambadaki alev üşüyor" çıktı.
Yıl 1960...
***
Birden atıldım,
Hocam;
"Peki o aşkınıza kavuşamadınız mı ?" diye sordum...
Gülümsedi ve devam etti;
"Maalesef olmadı. Seviyordum. Olmadı. Ayıp olur şimdi adını söylemem. Törelerimize aykırı. Güzel tertemiz bir sevgiydi, tertemiz de bir ayrılma oldu"
Sonra sustu...
Başka da soru sormak içimden gelmedi zaten...
7 Haziran 2012...
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavi gören şair ve yazar Abdürrahim Karakoç vefat etti. Karakoç'un arkasından yazılmış en güzel aşk şiirleri kaldı.. Belki de en çok bilineni Mihriban'dı.. Mihriban, Musa Eroğlu'nun sesiyle özdeşleşti.. Büyük bir aşkın arkasından edilmiş en güzel sözlerdi Mihriban'ın sözleri..
"Lambada titreyen alev üşüyor" dizesi çıkar mıydı yoksa..
ANISINA SAYGIYLA...
Nota ve Tınıyla...
macit.soydan@gmail.com